Tatil kelimesinin kendi bile çok güzel değil mi? Deniz,kum, güneş... Keşfedilmeyi bekleyen yeni yerler, yeni tatlar... Hamakta sallanıp ağaçların yapraklarını izlemek, kuşların sesini dinlemek... Uçsuz bucaksız denizi izlemek, şezlongda uzanıp kitabınızı okumak, arkadaşlarla bir akşam yemeğini muhabbetle sürdürmek... Bir öğle kahvesini eşinizle yan yana yudumlamak... Güneşin batışını izleyip evrenin ahengine hayran olmak... Bu satırları size tatilimin beşinci gününde yazıyorum ve tam da anlattığım gibi bir tatil yapıyorum dersem sakın inanmayın. Çünkü ben bir anneyim. Hem de çiçeği burnunda iki yaş sendromlu çılgın bir yavrunun annesi. Eminim bazılarınız bu cümlemi okuduktan sonra gülümsemeye başladı. Belki anılarınızı hatırladınız ya da aynı şeyleri yaşadığımız için birbirimize onaylama gülüşü attık. Sahilde, şezlongta, yemek masasında, evin her köşesinde kucağımda küçük bir kanguruyla dolaşıyorum. Bazen saçımı çekiyor bazen yanağımı okşuyor. Bazen beni çok sevdiğini söylüyor bazen ağlamaktan akan burnunu omuzlarıma siliyor. Gayet iştahlı bir çocuk olmasına rağmen şu sıralar bir şey yediremiyorum. Yemek saatlerimiz koca bir sinir harbi yani. Hep aynı mayoyu ve şortu giymekte ısrarcı. Yanımda getirdiğinim belki 100 tane tişört yerine o meyve suyu, dondurma, yoğurt ve salça lekesiyle dolu olanı üzerinden çıkarmak istemiyor. Babası bahçeyi sularken neden hortumu bana vermiyorsun diye saatlerce ağlıyor. Ya da neden güneş gözlüğünü çıkardın diyerek aniden ağlama krizine giriyor. Sonrası bana düşüyor, binbir dereden su getirerek avutmaya tekrar yüzünü güldürmeye çalışıyorum. Yardım etmek isteyenler oluyor tabi ama 30 saniye sonra herkes aynı cümleyi kuruyor: "Ama annesi seni istiyor." İçimden neler söylediğimi siz tahmin edin. Anneler tatil yapar mı? Tabii ki hayır, en azından çocuğunuz belli bir yaşın altındaysa... Mesela, henüz denize giremedim. Çünkü kızım babasıyla denizdeyken ben şezlongta oturup biraz durmayı, sessizliğin varlığını hissetmeye çalışıyorum. Eğer bu süre 10 dakikayı bulursa kendimi şanslı hissediyorum. Her saniye beyninizin bir köşesi bir sonraki aşamayı organize ediyor: Öğle yemeğinde ne yedirsem, uyku zamanı geçmemeli, denizden çıkınca hemen kurulayıp üstünü değiştirmeliyim. Kovası, kürekleri nerede, kale yaparak biraz oyalanabilir. Güneş kremlerini sürmeliyim. Yüz için ayrı, vücudu için ayrı. Akşam yemeğinden sonra biraz parka götürsem iyi olur, deniz suyu çok mu soğuk acaba, rüzgar da var hasta olmaz inşallah, kalkarken havluları, kremleri, şapkaları unutmamalıyım, deniz terliği ayağında mıydı değilse kumda ayağı yanar hemen yetiştirmeliyim... Sonsuza uzanan bir soru işareti taburudur bir annenin aklı... Tüm bu durumun içinde çocuğunun içinde olmadığı hiç bir ortamı istemeyen, onu hemen özleyen türe de anne denir. İyi tatiller anneler...
ÇALIŞAN ANNELERİN KAOSU
Eğer çalışan bir anneyseniz okulların tatil olması sizin için tam bir kaostur. Çünkü iyi ihtimalle iki haftalık bir izniniz olur. Bu iki haftanın sonunda şu soruya çare aramaya başlarsınız: Şimdi çocuğuma kim bakacak? Eğer yakınınızda bir aile büyüğünüz varsa şanslısınız. Yoksa yaz okuluna mı yazdırsam, benimle birlikte işe mi götürsem, anneannesinin yanına yazlığa mı göndersem ya da geçici bir bakıcı mı bulsam diye düşünüp durursunuz. Tabii diğer taraftan çok fazla tabletle oyalanmasın, temiz havada vakit geçirsin ama kendini de yaralamasın, sürekli fast food, abur cubur yemesin sağlıklı beslensin gibi endişeleriniz de içinizdeki kurtlar olarak sizi kemirmeye devam eder. Tüm bu şartlardan dolayı yazlık bölgelere hakim olan aile şekli şöyledir: Dede, anneanne, torun/torunlar. Bu yazlık bölgelerin çekirdek aile biçimidir. Anne ve babalar hafta sonu yazlığa gelir, çocuklarıyla vakit geçirip pazar akşamı evlerine doğru yol alıp pazartesi işlerine dönerler. Bu yüzden pazar akşamları anne ve babalarına el sallar küçük eller. Biraz hüzün vardır ama o kadar çabuk dağıtıp oyuna dalarlar ki, onlar için en güvenli yanın dede ve büyükannelerinin yanı olduğunu anlarsınız...