Yıldızlararası, Ay'da İlk İnsan şimdi de High Life... Uzayın bilinmezliği içinde yolculuğa çıkan yönetmenlerin odağından babalar ve kızları var. Tesadüf olduğu düşünülebilir ama öyle olsa bile bu durum bilimkurgu filmlerinde yeni bir anlatım modeliyle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor. Hatırlarsanız Christopher Nolan Yıldızlararası filminde bir baba-kız hikayesi üzerinden insanlığın uzay keşfini anlatmıştı. Damien Chazelle ise Neil Armstrong'un Ay macerasını ölen kızına bir veda şeklinde yorumlamıştı. Sırada usta yönetmen Claire Denis'nin yorumu var. Her şeyden önce High Life sofistike, yapıbozucu, herkesin kendi meşrebine göre okuyup değerlendireceği, ucu açık bir bilimkurgu filmi. Dünyada ölüme mahkum edilmiş bir grup mahkum, karadeliğe doğru yol alan bir gemide denek olma şartıyla affedilirler. Fakat bu yolculuğun geri dönüşü yoktur. İşte filmde bu gemide yaşananları izliyoruz. Gemideki bilim insanı Dibs (Juliette Binoche) yolculuk sırasında bir çocuk yapmak üzere mahkumlar üzerinde deneyler yapar. Ki bir çocuk da doğar gemide. Babası da Monte (Robert Pattinson) olur. Ama bu yolculuk hepsi için çetin bir sınavdır. Ve bilirler ki sonu da yoktur. Bu yolculuk nihayetinde Monte ve kızının karadeliğe doğru yolculuğuna dönüşür. Denis, Nolan ve Chazelle gibi uzayın bilinmezliğini korkutucu bir unsur olarak kullanmıyor. Ana karakterlerin kendilerini keşfetmelerini sağlayan süreç olarak yorumluyor. Denis'in yaptığı bir başka şeyse uzay aracını bir hapishane metaforu olarak kullanması. Yani mahkumlar belki ani bir şekilde değil ama bu yolculukta yavaş yavaş ölüme kendilerini hazırlıyorlar. Bu noktada gemidekiler ama özellikle Monte umutsuzluğa alışmanın sınavını veriyor. Tabii Denis kendine özgü sinema anlatımıyla liner bir anlatım yerine zaman atlamalı ve filmin ana fikrini de destekleyen bir kurguyla filmi kotarıyor. Zamanın göreceliğini bir anlamda kurguyu anlatıma dahil ederek ele alıyor. Belki baba-kız ilişkisi nedeniyle Yıldızlararası, Ay'da İlk İnsan ile aynı kulvarda yürüse de anlatım olarak Kubrick'in 2001 Uzay Yolu Macerası, Tarkovski'nin Solaris filmleriyle akrabalık kuruyor. Karadeliğin yakın zamanda fotoğrafının çekilmesiyle gerçekliği ispatlandı. Artık kılavuzumuz fizikçiler ve matematikçiler. Bu anlamda Denis'nin High Life'ını yeni bir durum karşısında fikir egzersizi olarak görmek yanlısıyım. Denis bu fikir egzersizini sinemasal anlatımıyla bir film yapısı içinde sunuyor netice olarak. Ama yine de başta söylediğim gibi High Life herkesin kendi meşrebine göre okuyup değerlendireceği bir film...
AVENGERS YA DA BİR KOY BEŞ AL DÖNEMİ
GEÇEN hafta vizyona giren Avengers: Endgame, beklendiği gibi olağanüstü bir ilgiyle karşılandı. Bu da doğal, neticede bu 11 yıllık bir serüvenin final filmiydi. Naçizane iyi bir film Avengers: Endgame. Hayranlarını da memnun ettiğine şüphe yok. Şimdiye kadar dünya çapında 1 milyar 481 milyon dolarlık (filmin bütçesi 356 milyon dolar) hasılat da memnuniyetin parasal karşılığı... Ve fakat sanki bu başarının sinema dünyasında geri dönüşü olmayan bir zararı da olacak. Peki nedir bu zarar derseniz, o da bir koy beş al şeklinde özetlenebilecek bir anlayışın Hollywood'un merkezine yerleşmesi... Tamam 2000'li yıllarda seri filmler çekildi bu anlamda Avengers (Marvel sinematik evreninin filmleri kastediyorum) serisinin öncülleri oldu. Ama en baştan her şeyiyle bir ticari girişim olarak tasarlanan böylesi bir seri de yoktu. Avergers serisinin ekonomik başarısı iyi hikaye, yenilikçi sinema anlatımı gibi sinemacıların kimi dertlerini ana mesele olmaktan çıkartacak gibi. Yani yapımcılar büyük ihtimalle bir koyup beş alma derdine düşecek bundan sonra. Bu niye önemli... Yıllar önce Time dergisinde üç boyutlu sinema, sinemayı bitirir mi tartışması yapılırken baba yönetmenler aslolan hikaye demiş, iyi hikayenin her zaman sinemanın taşıyıcı kolonu olacağını söylemişlerdi. Şimdi aslolan iyi hikaye anlatmak değil, para kazanmak. Avengers serisi bunu ispatladı işte. Tabii hikaye anlatıcıları illa olacak ve kendilerine yeni alanlar yaratacaktır muhakkak. Ama yapımcı (para)- yönetmen (sinema) dengesinde ibreler artık iyiden iyiye yapımcı lehine döndü. Üstelik bu yapımcılar bildiğimiz türden de değil. Daha paragöz! Belki meseleye abartılı yaklaşıyorum, belki fazla kaygılıyım ama bu meselenin iyi bir tartışmayı hak ettiğini düşünüyorum...
HOLLYWOOD'DA HâLâ KADINA PARA YOK
PARADAN, ekonomiden söz açtık oradan devam edelim. Malum Hollywood starlarının ücretleri dudak uçuklatır her zaman. Bunun için de film ve dizi başına aldıkları ücretler her zaman listelenir. Son açıklanan listeye göre Ryan Reynolds Six Underground projesinden alacağı 27 milyon dolarla yeni listenin lideri. İkinci sırayı ise Dwayne Johnson ve Robert Downey Jr. paylaşıyor. Johnson Fast & Furious Presents: Hobbs & Shaw'dan, Downey Jr. ise The Voyage of Doctor Dolittle projesinden 20 milyon dolar kazanacaklar. Liste uzayıp gidiyor. Tom Cruise'un Top Gun: Maverick'ten 12-14 milyon dolar, Brad Pitt'in Once Upon a Time in Hollywood'dan 10 milyon dolar aldığını da belirtelim. Tabii kadın oyuncuların "Aynı işi yapıyoruz aynı ücreti alamıyoruz" şikayetinin ne kadar haklı olduğunu bu listede bir kez daha görüyoruz. Bu listede en çok kazanan kadın oyuncu altıncı sıradaki Emily Blunt. A Quiet Place 2 projesinden 12-13 milyon dolar alacak. Ryan Reynolds, bir projeden 27 milyon dolar alabiliyorken Emily Blunt 12-13 milyon dolar alıyor.