Jübile dediğin böyle olur. İhtiyar Adam ve Silah filminin jeneriği akarken insanın aklından böyle bir cümle geçiyor. Sinema tarihinin en iyi erkek oyuncularından biri olarak kabul edilen Robert Redford, beyazperdeye, sinemadaki personasına sağlam bir selam çakarak veda ediyor. Bu selam bilinçli, çünkü filmografisinde suç ve soygun filmlerinin baskınlığı bilenen oyuncu, usta işi bir soygun filmiyle gülümseyerek veda ediyor sinemaya. İşin aslı Redford, "Sinemaya veda edeceğim, bir jübile filmi bulun bana" demiş olsa ancak böylesi bir hikaye bulunabilirdi. Çünkü İhtiyar Adam ve Silah konusu ve anlatımıyla onun hem sinemadaki personasına hem de vedasına uygun bir 'son hikaye' filmi. Gerçek bir hikayeye dayanan filmde Redford, bir soygun ustası olarak nam salan Forrest Tucker'ı canlandırıyor. Aynı zamanda hapishanelerden kaçmasıyla da ünlü olan Tucker'ın 1981'deki son macerasını izliyoruz filmde. Tucker, eyalet eyalet dolaşıp düşük profilli bankaları zor kullanmadan, zekice planlar yaparak, gösterişe kaçmadan ve sadece silahını göstererek soyuyor. İki kişilik ekibiyle her daim kaçmayı da başarıyor. Onun peşine düşen polis John Hunt, Tucker'ın geçmişini araştırarak kimliğini tespit ediyor belki ama zamanla onun zekasını ve yöntemlerini takdir etmeye başlıyor. Çünkü Tucker hayatını dolu dolu yaşayan ve her istediğini yapan mutlu biri... Soygun yapmayı seviyor ve soyuyor. Hapishanede durmayı sevmiyor ve kaçıyor... Tüm bunları da yüzünde tatlı bir gülümsemeyle yapıyor. Yönetmen David Lowery 70'ler Amerikan sinemasının izleğinden gidip klasik anlatıma dayanan bir olay örgüsü içinde Redford'un vedasına uygun hale getiriyor filmi. Kamera kullanımı, kurgu, anlatım tercihlerinde hep Redford'un en iyi performanslarını gösterdiği filmlere bir öykünme var. Hatta bazılarına direkt gönderme bile yapılıyor. Usta oyuncu Redford da yönetmenin bu altın pasını alıp adeta yılların demini akıtıyor filme. Bir büyük oyuncunun böylesi bir veda filmi kaçmaz derim.
NE EKERSEN ONU BİÇERSİN
DC evreninin Batman, Superman, Wonder Woman gibi karizmatik süper kahramanlarından biri değil Shazam. Çünkü o daha 14 yaşında bir çocuk. Her ne kadar sihirle bedeni büyüse de aklı, hisleri, davranışları büyümüyor. İlginç bir hikayesi var Shazam: 6 Güç'ün... Yedi büyük günahtan dünyayı korumakla görevli bir sihirbaz, yeteneklerini aktaracak kalbi ve gönül gözü temiz birini arıyor. Bu noktada yolu bir çocukla kesişiyor (Dr. Thaddeus Sivana) ama o çocuk ihtiraslı çıkınca büyücünün planları bozuluyor. Annesi tarafından terk edilen, ömrü yetiştirme yurdu ve koruyucu ailelerin yanında geçen bir başka çocuk Billy Batson ise sürekli annesini arıyor. Bu iki çocuk işte filmimizin odağında. İlki büyüyüp doktor olunca büyücünün peşine düşüyor. İkincisinin ise yolu biraz da mecburiyetten büyücüyle kesişiyor. Büyücü zorunluluktan Billy Batson'a tüm yeteneklerini devredince ortaya Shazam çıkıyor. Onun karşısındaysa kalbi ihtirasla, dolu doktor var. Böylece iyilerle kötülerin mücadelesi başlıyor. Bir ergen süper kahraman filmi olarak okunabilir Shazam: 6. Eğlenceli, yer yer süper kahraman dünyasıyla dalgasını geçen bir yapım olarak da ortalama bir seyirlik denebilir. Ama biraz fazlası aslında... Shazam: 6 aslında nasıl çocuk yetiştirmek gerek sorusuna cevap vermeye çalışan bir yapım. Evlatları arasında ayrım yapan, otoriter bir babanın evladır Dr. Thaddeus Sivana. İçindeki öfke onu kötülüğün karanlığına çeker. Billy Batson ise annesinin onu terk ettiğini bilmeden hep onu arar. Tüm bu süreçte koruyucu ailelerin ona karşı olan şefkatini pek anlamaz ama onların o şefkati Batson'ın kalbinin hep temiz kalmasına neden olur. Kıssadan hisse anne ve babalar için net bir mesajı var filmin: Ne ekersen onu biçersin. DC evreninin son yıllardaki iddialı ve vasat altı filmlerinin yanında Shazam: 6, daha naif ve eğlenceli bir yapım olarak öne çıkıyor. Galiba DC Comics'in yüzü ilk defa güleceğe benziyor.