1 Ocak 1915'te iki Afgan (Hintli de olabileceği iddia ediliyor), Avustralya'nın New South Wales eyaletindeki Broken Hill kasabasının çıkışında yaklaşık bin 200 kişiyi taşıyan, içinde sivillerin de olduğu trene saldırır. Dört kişinin öldüğü saldırının failleri Gül Muhammed ve Molla Abdullah'tır. Çatışma sonucu öldürülürler. Üzerlerinden Türk bayrağı çıkar. Ertesi gün Avustralya basını "Türkler trene saldırdı" diye manşet atar ve olay Türklere ihale edilir. Üç gün sonra bulunan mektuplardaysa Gül Muhammed, Sultan'ın emri (cihat ilanını kast ettiği düşünülüyor) nedeniyle böyle eyleme giriştiğini anlatır.
KOMPLO MU KAHRAMANLIK MI?
Broken Hill Savaşı olarak tarihe geçen bu olay tam olarak aydınlatılamaz. Olayla ilgili devlet belgeleri bir yangında yok olduğu için birçok soru cevapsız kalır. Bu olay zaman içerisinde iki farklı şekilde anlatılagelir. İlki, kendi halinde iki Afgan'ın böylesi bir eylemi neden yaptıklarını tam olarak anlamaya çalışan kuşkucu yaklaşım. Bu yaklaşımın vardığı genel sonuç, olayın İngilizlerin gizli operasyonu olabileceği yönünde. Çünkü 1. Dünya Savaşı başlayınca İngilizler Avustralyalılardan savaşa katılmak için gönüllü olmalarını ister. Fakat onlar savaşa gitmeye pek gönüllü olmaz. Bu olay kırılma noktası olur ve gönüllü askere gidenlerin sayısı artar. İkinci anlatı ise kahramanlık hikayesini esas alır. Osmanlı tebaasından iki insan, cihat emrine uyup Avustralyalılara karşı savaşa tutuşmuştur. Can Ulgay'ın yönettiği Türk İşi Dondurma ikinci anlatı üzerine kurulu. İki Afgan iki Türk, trendeki insanlar da Çanakkale'de savaşmaya giden Avustralyalı askerler olarak yorumlanıyor ve Broken Hill Savaşı'nın nasıl cereyan ettiği anlatılıyor. Komedi, dram ve savaş türlerinin harmanlandığı, anlatım olarak Ayla ve Müslüm Baba'nın gerisinde kalan filmin hedefinde İngilizler var. Temel olarak onların Avustralyalıları nasıl manipüle edip savaşa soktuklarını görüyoruz ki, bu noktada film savaş karşıtı olanları bile cepheye sürecek kadar zalim olduklarının altını çiziyor. Filmin başındaki ve sonundaki barışçıl sahneler de düşünüldüğünde aslında Avustralyalılara karşı bir dost eli uzatılmak istenmiş. Lakin sorun şu: Broken Hill olayı Avustralyalılar için son derece hassas bir konu. Ve film bu haliyle o iki Afgan saldırganla empati kurmalarını istiyor. İşte bu noktada iş çetrefilleşiyor. Çünkü o 'kahramanlar' Avustralyalılar için başka bir şeyi ifade ediyor. Meseleye sinema açısından bakarsak. Malum, Türk sineması olarak Çanakkale'de yazılan destanı sinemada layıkıyla anlatma konusunda pek de başarılı değiliz. Peter Weir'in Gallipoli'si hâlâ bu savaşla ilgili çekilen en iyi film olarak kabul ediliyor. Hem Gallipoli hem de Russel Crowe'un Son Umut'unda Avustralyalılar, savaşa yaklaşımlarını anlatmıştı. İngilizleri eleştirerek, "Bizim bu savaşta ne işimiz vardı?" diye sormuş ve bir tarihi yüzleşmeye girişmişlerdi. Türk İşi Dondurma da "Sizin Çanakkele'de ne işiniz vardı?" diye soruyor ama bu soruyu (ki cevap iki filmde vardır) Avustralyalıların sinir ucuna dokunacak bir olay üzerinden yapıyor. Yani kaş yaparken göz çıkartılmış sanki...
'TARTIŞMAK İYİDİR'
Türk İşi Dondurma'nın esin kaynağı olan Broken Hill Savaşı'yla ilgili yaklaşımların farklı olması film üzerinden sosyal medyada bir tartışma başlattı. Tarihçilerin de dahil olmasıyla tartışma daha da ateşli hale geldi. Basın gösterimi sonrası filmin yapımcısı Mustafa Uslu ile yönetmen Can Ulgay'la konuşup Broken Hill Savaşı'na olan farklı yaklaşımları ve süregiden tartışmayı sordum. Uslu, filme başlamadan Broken Hill ile ilgili detaylı araştırmalar yaptıklarını anlattı. O iki Afgan'ın Osmanlı tebaası olmasından dolayı kahraman olarak gördüklerini belirtti. Can Ulgay da tartışmalardan haberdar olduklarını söyledi. Film ekibi konunun tartışılmasından memnun. Hatta Uslu "Ucuz komedilere o kadar alışıldı ki, filmlerin tartışma yarattığı unutuldu ülkemizde. Tartışmak iyidir" dedi.
BİR BABANIN VE BİR ÜLKENİN BÜYÜK ÇARESİZLİĞİ
Belgica, Kırık Çember, Çölde Kutup Ayısı filmlerinden tanıdığımız Belçikalı yönetmen Felix Van Groeningen, David Sheff'in yazdığı Beautiful Boy kitabından uyarladığı Güzel Oğlum'da bize sorunlu bir baba-oğul hikayesi anlatıyor. Sorunlu derken baba-oğul arasındaki çatışmalı hallerden bahsetmiyoruz. Buradaki sorun David Sheff'in oğlunun ileri derecede uyuşturucu bağımlısı olması. Gerçek bir hikayeye dayanan filmde oğlu Sheff ile küçüklükten beri eşitlikçi bir ilişki kuran babanın, onun uyuşturucu bağımlısı olduğunu anlaması sonrası yaşadıklarını izliyoruz. Her türlü uyuşturucuyu kullanan Sheff, tedavi olmaya çalışsa bile her seferinde uyuşturucunun batağına daha fazla düşüyor. Felix Van Groeningen, oğlunu kurtarmak için her şeyi yapan ama elinden bir şey gelmediğini gören babanın yaşadığı çaresizliğe odaklanıyor temel olarak. O çaresizlik o kadar dramatik ki... Ağır bir dramın ortasında kalıyorsunuz. İşte film ABD'de David Sheff'in yaşadığının tekil olmadığını ülke için önemli bir dert olduğunu anlatıyor bir örnek üzerinden ve bize o büyük çaresizliği gösteriyor. Yaşananları ajite etmeden, karakterlerine saygılı ama sorunun da hem insanlar için derin hem de ülke için büyük olduğunu anlatan minör ama etkisi majör bir film Güzel Oğlum.