Avengers: Sonsuzluk Savaşı'nın sonunda süper kahramanlarımızla birlikte tüm Marvel evrenini bir varoluş-yok oluş savaşının içinde bırakmıştık. Bu savaşta özellikle kahramanlarımıza can suyu verecek birilerinin yardıma geleceği müjdelenmişti. Onlardan biri işte Captain Marvel'dı.
Marvel evreninde daha önce hiç ortalıkta gözükmeyen, ama bu evrenin ilk kadın kahramanı olan Captain Marvel kimdi? Anna Boden ve Ryan Fleck'in yönettiği, bu hafta gösterime giren film işte bu sorunun cevabını veriyor.
Film, 1990'larda Amerikan Hava Kuvvetleri'nin zihniyetinde hani kadından savaş uçağı pilotu olur mu diye kimi cinsliklerin hâlâ var olduğu bir dönemde, Carol Danvers'in "Olur olur bal gibi olur" dercesine bunu ispatlamaya çalışan bir pilotken Captain Marvel'e nasıl dönüştüğünü anlatıyor. Yönetmenler, bu dönüşümü klasik süper kahraman solo hikayeleri çizgisinde ele almaktan imtina ediyor. Yani filmin, kahramanımız sıradan biriyken bir olay sonucu süper kahramana dönüşür ve o sırada başa musallat olan kötülerle mücadele eder şeklinde düz bir anlatımı yok. Carol Danvers'in Captain Marvel'a dönüşümünü Galaktik bir mücadelenin dünyaya sıçramasıyla gezegenimize yolu düşen kahramanımızın hem kendi geçmişini, hem de gücünü keşfetmesi şeklinde izliyoruz. Açıkçası bu yaklaşım ilk elden, hele hele Marvel evreninde heyecan zirvedeyken, filmi sıkıcı olmaktan kurtarıyor. Ama yönetmenlerin tek hamlesi bu değil. Yenilmezler ekibini kuran Nick Fury'nin (Samuel L. Jackson) gizemli öyküsünün filmde bir yan öykü olarak anlatılması, olaylar 90'larda geçtiği için o dönemin ruhuna uygun göndermelerin filmin atmosferine yedirilmesi, Marvel evreninde kimi filmlerde hissettiğimiz mizahın bu filmde bütüne yayılması Captain Marvel'i seyirlik açıdan yukarıya taşıyor. Bunun için bir başkan kadın süper kahraman filmi Wonder Woman ile kıyaslandığında ise elde daha iyi bir film var diyebiliriz.
Fakat burada filmin kendisiyle ilgili değil de Marvel evrenine yaklaşımla ilgili seyircinin tutumu daha belirleyici olacak galiba. Malum arka arkaya bu evrenle ilgili filmler izliyoruz. Kimi seyirci için artık bıkkınlık veren, kimi seyircinin bitmesini hiç istemediği bir seri var elde. Marvel evreniyle kurduğunuz ilişki eğer olumluysa o zaman size iyi seyirler...
FARHADİ KENDİNE MEYDAN OKUYOR
İranlı yönetmen Asghar Farhadi özellikle Bir Ayrılık, Geçmiş ve Satıcı gibi filmleriyle hem Türkiye'de hem de dünyada saygın yönetmenler arasında gösterilen bir isim. İran toplumu ve insanına dair evrensel hikayeler anlatan yönetmen, filmleri arasında sadece Geçmiş'i Fransa'da çekmişti. Herkes Biliyor'u yönetmenin filmografisinde farklı kılan ise filmi İspanya'da, İspanyol oyuncularla ve İspanyolca çekmiş olması.
Penelope Cruz, Javier Bardem ve Ricardo Darin'in rol aldığı filmde Farhadi, kız kardeşinin düğünü için çocuklarıyla Buenos Aires'ten İspanya'daki köyüne gelen, burada kızı kaçırılan Laura'nın hikayesini anlatıyor. Düğün sırasında yaşanan bu olay sonrasında hem aile hem de köylüler arasında yaşananlar pek çok sırrın da ortaya çıkmasını sağlıyor.
Farhadi yine derinlikli ve incelikli bir senaryo ile seyirciyi filmin içine almayı başarıyor. Bir kayıp vakası sonrasında yaşanan gerilimden ustaca yararlanarak sarmal bir olay örgüsü kuruyor ve belli başlı karakterlere karşı ikircikli bir durum yaratıyor. Böylece hem karakterlerini hem de seyirciyi adeta bir önyargı testine sokuyor. Ama böylesi bir senaryoyu Farhadi'den zaten bekliyorsunuz. Bu filmde şaşırtıcı olan Farhadi'nin bütün bunları pek de bilmediği sularda yapabilmesi. Dilini, kültürünü çok da iyi bilmediği bir coğrafyada yine kendi sinemasal imzasını atacak kadar ustaca filmi yönetiyor.
Farhadi'nin bu hamlesinin devamı gelir mi bilinmez ama Herkes Biliyor zannımca Farhadi'nin hem kendine meydan okuduğu ve kendi sınırlarını zorladığı ve yönetmen olarak kendini aştığı, hem de her durumda sinema anlayışı olarak kendi özgünlüğünü koruyabileceğini gösterdiği bir film. Bu da hele hele günümüzde gayet önemli bir başarı.