Kötücüllüğün tüm dünyada ivme kazandığı bir zamanda hiç kötü bir şey düşünmeyen, herkese yardımcı olmaya çalışan, her şeye rağmen doğru söyleyen bir karakter üzerine filminizi kurmak yeterince ezber bozucu. Dolayısıyla Cannes Film Festivali'nde En İyi Senaryo ödülü alan Mutlu Lazzaro filminin en başta karakterinin özellikleriyle ilgi çeken bir yanı var...
Mucizeler/The Wonders filmiyle tanıdığımız İtalyan yönetmen Alice Rohrwacher bu karakteriyle bizi 19. yüzyıldan kalma pastoral bir köy ortamında tanıştırıyor. Köle düzeninin hakim olduğu bir köyde Lazzaro'yu herkese yardımcı olan bir genç olarak izliyoruz. Hatta kimileri onun iyi niyetini sömürmekten bile kendini alamıyor ama Lazzaro buna rağmen insanlara yardım etmekten sakınmıyor. Sonra anlıyoruz ki aslında 90'lı yıllardayız. Bir tüccar, bütün bir köyü modern dünyadan soyutlamış ve köleleştirmiş. Gerçek ortaya çıkınca da Lazzaro modern dünyayla tanışıyor.
Kumaşının iyi olduğunu önceki filmlerinden bildiğimiz Rohrwacher aslında feodal düzen ve kapitalizm arasında bir kıyaslama yaparken köle-efendi ilişkinin hiç de değişmediğini anlatıyor bize. Efendiler değişiyor ama feodal düzenin köleleri modern dünyada alt sınıfın üyeleri olarak yaşamak durumunda kalıyor. Rohrwacher işte bu durum tespiti didaktik bir şekilde yapmak yerine İtalyan sinemasının usta isimlerinin anlatımlarına saygı sunarak yapıyor. Böylece kendi geleneğiyle de ciddi anlamda bağ kurmaya çalışıyor.
Ama sınıf ve sistem meselesinin ötesinde özellikle film finaliyle daha derin bir manzaraya dikkat çekiyor. İyiliğin yok oluşu denilebilecek bir durum bu.
Lazzaro gibi bir 'iyilik meleğinin' günümüz dünyasında çok da yerinin olamadığını anlatıyor film. Feodal düzende yardımseverliği ancak suiistimal edilen Lazzaro, kapitalist modern dünyada yok sayılıyor. Varlığı konusunda ısrarcı olunca da tehdit unsuruna dönüşüyor.
Bu bakımdan Rohrwacher'in tespitini iyiliğin sistemler arasındaki dönüşümü düşünüldüğünde ciddiye almak gerek galiba.
Robin Hood Sezer!
Kapitalist sisteme İtalyan'dan itiraz olur da Türk sineması durur mu? Şafak Sezer'in başrolünde oynadığı, Michael Şahin Derun'un yönettiği Yalan Dolan filmi bir banka soygunu hikayesi üzerinden sisteme eleştiri oklarını fırlatan bir komedi. Ama filmin derdi güldürmekten ziyade sosyal meselelere dikkat çekmek.
Sezer'in güldür-eğlendir tarzı komedi filmlerinin dışına çıktığı filmde, kusursuz bir banka soygunu yapmaya çalışan bir ekibin hikayesini izliyoruz. Ekip bankayı kimseye zarar vermeden, kimseyi hiçbir şeye zorlamadan soyuyor ve polise teslim oluyor. Ki bu noktada onların amacının aslında sistemin açıklarına ve dar gelirlilerin yaşadıkları zorluğa dikkat çekmek olduğu ortaya çıkıyor.
Kara komedi tarzına yakın anlatımıyla Sezer'in bir nevi Robin Hood'luğa öykündüğü film, yer yer didaktik olsa da sinemamızdaki güldür-eğlendir filmlerinin çıtası düşünüldüğünde övgüyü hak ediyor. Ayrıca Yalan Dolan'ın yakın zamanda kaybettiğimiz Yıldırım Öcek'in son filmi olduğunu hatırlatalım.