Not: Yazı filmin içeriğiyle ilgili bilgi içermekte.
2. Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin savaşla ilgili çok gizli belgelerini Almanlara satan ve bu hikayesiyle yüzyılın casusluk öyküsünün kahramanı olan İlyas Bazna, namıdiğer Çiçero, yakın tarihimizin gizemli kahramanlarından biridiydi. Kimin için, hangi motivasyonla çalıştığı bilinmiyordu. Kimileri için Alman casusuydu, kimileri için paragöz bir ajandı. Bilinense şuydu: Casusluk hamlesiyle Türkiye'nin savaş dışında kalma politikalarına destek olmuştu.
2002 yılında MİT onaylı bir kitap sayesinde anlaşıldı ki Çiçero Türk istihbaratının bir neferiymiş. Ve casusların cirit attığı 1940'lar Ankarası'nda, eldeki imkanlarla çok önemli işler başarmış. İngilizlerin, Türkiye'yi müttefikler yanında savaşa girmesi için düzenlemeyi planladıkları operasyonlardan Almanları haberdar etmiş. Bununla birlikte savaşın seyrini değiştiren Overlord Operesyonu'nun planlarını bile Almanlara satmış. Fakat Almanlar nedense bu bilgileri değerlendirememiş.
İşte Serdar Akar'ın yönettiği Çiçero bu gizemli adamın öyküsünü anlatıyor. Ve gizemli adamın hikayesini MİT'in ona sahip çıkması ışığında yeniden yorumluyor.
Gerçekte, karşı casusluk konusunda sicili parlak olmayan MI6'nın James Bond sayesinde nasıl namını yürüttüğü ya da CIA'in sinema üzerinden kendine biçtiği imaj düşünüldüğünde Çiçero iddialı bir çıkış. Çünkü namlı bir ajanın aslında nasıl bir vatansever olduğunu anlattığı gibi Çiçero'nun kendisiyle ilgili algıların da bilerek yaratıldığını gösteriyor film bize.
Fakat bu iddialarını biraz melodram anlatıma biraz da Yeşilçam usulü hamasete kurban ediyor. Bir casusluk ve kahramanlık hikayesi mi anlatacak yoksa bir aşk hikayesi mi karar verilememiş. Türler arasında savrulma yaşayıp duruyor film. Sıkışılan noktalardaysa hamaset kendini gösteriyor. Oysa hamasete gerek yok ortada zaten başarılı bir casusluk öyküsü var. Bu odaklanamama sorunu sadece anlatıda değil hikayede de var. 2. Dünya Savaşı'yla ilgili her şey anlatılmaya çalışılmış neredeyse...
Açıkçası Serdar Akar'ın sinematografik yetenekleriyle belli bir seviyeye ulaşan film senaryodan kaynaklanan yaklaşım nedeniyle vasat bir yapım olarak kalıyor. Ki Çiçero'nun daha önceki sinema macerası olan Joseph L. Mankiewicz'in filmi 5 Fingers'la kıyaslandığında klasiğin yanına bile erişemiyor.
Ama o filmdeki portreye birtakım itirazlarda bulunması önemli, Çiçero'nun. Mesala o filmde, paragöz bir ajan olarak resmedilen Çiçero'nun yıllar önce bu casusluk operasyonu için Atatürk tarafından görevlendirildiği iddiasında bulunuyor. Ayrıca belgelerde değişiklik yaparak savaşın seyrini değiştirdiği de başka bir iddia.
Bu iddialar ne kadar gerçek bilinmez ama netice olarak film, sinemada da Çiçero'ya itibarını iade eden ama sadece yerli seyirciye hitap eden bir yapım. Keşke yaptığı casuslukla uluslararası alanda nam salan bir casusun öyküsü de uluslararası alana hitap edecek şekilde çekilseymiş.
CANNES'IN EN İYİSİ SORUYOR: AİLE NEDİR?
Japon yönetmen Hirokazu Koreeda'nın Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanan filmi Arakçılar'ın aslında yalın bir hikayesi var. Ufak tefek hırsızlıklar yaparak yaşayan ve kalabalık bir ailesi olan Osamu, bir gün bir evin balkonunda donmak üzere olan küçük bir kız çocuğu görür. Ailesinin ilgilenmediği bu çocuğu alır ve evine getirir. Artık küçük kız Osamu'nun ailesinin bir ferdidir. Yoksulluk içinde yaşarlar ama son derece mutlu bir hayatları vardır bu ailenin. O küçük kız da bu mutluluktan nasibini alır. Fakat çocuklardan birinin hırsızlık yaparken yakalanmasıyla ailenin sakladığı sırlar ortaya çıkar.
İşte o sırlarla birlikte birtakım sorular soruyor yönetmen Koreeda. Aile nedir, sadece kan bağı bizi aile yapar mı, anne olmak, baba olmak nedir türü sorular bunlar.
Aslında bu sorulara ilk elden verilecek cevaplar genel olarak bellidir. Tanımlıdır çünkü cevaplar. Ama Koreeda, anlattığı hikayeyle seyirciyi öyle bir duygusal ruh halinin içine sokuyor ki, emin olun vereceğiniz cevabın değişebilir olduğunu anlıyorsunuz. Filmin naçizane sırrı bu galiba. Sert bir yüzleşmeyi, genel tanımları ve ezberleri içten, samimi ve sıcak bir hikayenin gücüyle tartışmaya açıyor.
Koreeda sinemasını takip edenler için bilinen ama genel olarak çok da alışık olunmayan bir durum. Ve yönetmenin en iyi filmi.