Rubato... Bir müzik terimi. Bir eserin içinde belli bölümleri, ritminden arındırarak içinden geldiği gibi icra etmek demek. Bir nevi, hayali bir şefi takip etmek yani...
İşte Türkiye'de son yıllarda ciddi bir efkar fırtınası estiren Rubato grubunun adı buradan geliyor. Dört şahane müzisyen... Türk popüler müzik dünyasında yayınlanan en önemli albümlerde hep onların imzası var. Enstrüman dünyasının önde gelen isimleri hepsi. İsimlerinden de yola çıkarak "Biz içimizdeki şefi takip ediyoruz çalarken, dördümüz tek kişi gibi çalıyoruz" diyorlar.
Solo vokal ve çelloda Özer Arkun, ud, cümbüş, gitar ve solo vokalde Fatih Ahıskalı, klarnet ve soprano saksafonda Göksun Çavdar ve bas gitarda Eralp Görgün'ün yer aldığı grup birlikte yıllarca Sezen Aksu'ya çalmış. Yani aslında grubun mimarı ve bir araya gelme vesileleri Sezen Aksu. Müzisyen olarak da, insan olarak da Sezen Aksu'nun rahle-i tedrisinden geçmiş, ondan hayata, müziğe dair çok şey öğrenmişler. En başta birbirlerini kalplerine yazmayı mesela... Özer Arkun anlatıyor: "Sezen'e ilk kez 21 yaşında bir albümünde çaldım. Geldi yanıma, 'Orkestramda olur musun, sürekli benimle çalar mısın?' dedi. Hiç düşünmeden 'olur' dedim. Sonra bana dönüp, 'Seni artık kalbime yazdım' dedi. Sezen birini kalbine yazdığı zaman hep onun yanında olur. Kendisinden öğrendiğimiz çok şey var ama... İlki ve en önemlisi bu."
Yaklaşık beş yıllık bir mazisi var Rubato'nun, grup olarak. Konserleri dolup taşıyor, yer bulmak epey meşakkatli. Türkiye'nin en iyi enstrümancıları olduklarını bilmeyen yok. Bir de bu altyapıya, Özer Arkun'un, yer yer Müslüm Gürses kokusu barındıran içli, efkarlı ve samimiyet dozu epeyce yüksek vokali eklenince grup her şarkısıyla 12'den vuruyor. Rubato şimdi Üç adını verdikleri üçüncü albümünü yayınladı. Kendi geleneklerini bozmadılar yani. Önceki albümlerinin adları da, Bir ve İki.
Dedik ya, Arkun'un efkarlı mı efkarlı bir sesi var... Biraz da yiğitçe bir duruşu var bu efkarın... Ağlak değil yani. Acısını içine gömen bir ses. Bu albümde üç Sezen Aksu şarkısı da yer alıyor: Üşüdüm, El Gibi ve Şıngırdak Yarim. Yani zaten doğuştan efkarlı olan bir sese bir de Sezen şarkıları söylemek düşerse, iş iyice meşhur tabirle 'damar' bir hâl alıyor. Arkun'a vokalinden söz açınca şöyle diyor: "Üsküdar'da doğup büyüdüm. Belki bahsettiğimiz hafif bitirim hal oradan geliyordur. Ama efkar da hayattan işte... Hepimiz neler yaşıyoruz kim bilir. O yaşanmışlıklar sese de yansıyor."
Öğreniyoruz ki, Arkun'da epey hikaye var aslında. Yani o ses boş yere efkarlı tınlamıyor. Yıllar önce, bir albüm kaydında stüdyo sahiplerine husumeti olan birileri, mekanı kurşunluyor. Arkun da kurşunlardan nasibini alıyor. Ayağına ve göğsüne isabet ediyor mermiler. Uzunca bir süre hastanede yatıyor. Ölümden dönüyor. Yani ikinci bir hayata açıyor gözlerini. Belki de o yüzden grubun ağır ve mütevazı abisi kendisi. Kalender...
Fatih Ahıskalı da grubun tüm üyeleri gibi, değerli ve önemli bir müzisyen. Babası vaktiyle otomobil boyacılığı yapıyor. Kendisine borcu olan bir müşterisi, borcunun bir bölümüne karşılık bir ud veriyor babasına: "Uzun süre evde ud bana ben uda baktım. Sonra bir misafirimiz udu akort etti. Bu sefer akortlu olarak elime aldığımda baktım ufak ufak sesler çıkıyor. Bu kez kasetçiye gittim, baktım elinde ud olan bir adam var kapakta. Coşkun Sabah. Aldım onu dinledim. Sonraları da Yeni Türkü'yü keşfettim, onlarda da ud vardı. Hatta Destina şarkılarının girişini udla çıkarmıştım. Ve sonra Yeni Türkü'yle çalışmak da kısmet oldu."
Grubun klarnet ve saksafondan sorumlu üyesi Göksun Çavdar'ın hikayesi de ilginç. Fransa'da doğup büyümüş. Ortaokul çağlarında gelmişler İstanbul'a. Okuduğu Fransız kolejinden Türkçe bilmediği için atılmış. Sonrasında konservatuvara girmiş. Çavdar, Rubato'yu şöyle anlatıyor: "Sadelik en büyük amacımız. Hepimiz enstrüman konusunda tecrübeye sahibiz. Ama mesele ortaya ruhunuzu koyabilmekte. Tekniği iyi bilip, bunu insanların gözüne sokmak değil amacımız. Müzik sadece teknik bir konu değil. Ruh olmadan olmaz. O ortak ruhu yakalamaya çalışıyoruz birlikte."
Grupta basgitarı konuşturan Eralp Görgün'ün de bu konuda söyleyecekleri var: "Müziğimizde ortak kararlar veriyoruz. Uyumlu olmak çok önemli. Sahnede kaş göz işaretiyle kimin ne yapacağını anlayabiliyoruz."
ÖZER ARKUN
Sezen, hasta olsa da sahnede dimdiktir!
Sezen Aksu'dan çok şey öğrendik. Öncelikle insan olmayı... Bir de insanlar olumlu durumlarda işleri kolay yönetebilirler. Sezen'den olumsuz hadiselerde de nasıl güçlü kalabileceğimizi, bu duruşu öğrendik. Büyük sanatçı olmak kolay iş değilmiş. Biliyorsunuz çok rahatsızlanır kendisi. Ama inanın herkes adına üzülen, müthiş bir empatiye sahip bir insandır. Bir insanın yüzlerce şarkısı hit olur mu! Bunun arkasında çok sağlam bir kalp var. Kendi ruhsal durumu nasıl olursa olsun sahnede her zaman enerjik ve mutlu görünür mesela. Hiç unutmuyorum bir konserde, hasta, müthiş sancısı var. Ama kimseye çaktırmıyor, yani izleyiciye... Bir ara arkasını döndü sahnede, bize baktı ve sadece bizim duyabileceğimiz bir sesle belini tutup: "Korkunç sancım var çocuklar" dedi. Hemen saniyesinde, izleyiciye dönüp, yine ortalığı coşturmaya devam etti. Sezen'den bir şey öğrenmek için durup onunla konuşmaya gerek de yok. Yakınında olup, hayata nasıl baktığını, insanlarla nasıl iletişim kurduğunu izleseniz bile çok şey öğreniyorsunuz ondan.