İsveçli yazar Stieg Larsson erken ölmeseydi, erkek şiddetine karşı yarattığı anti-kahraman Lisbeth Salander'ın kaderi farklı olurdu herhalde.
Ya da şöyle söyleyelim en azından Lisbeth Salander, Jason Bourne'vari bir kahramana dönüşmezdi.
Ama Larsson'ın erken vedası karakterini ortada bıraktı. 10 kitaplık bir seri olarak düşünülen ama yazarın ömrünün üç kitabı yazmaya yetmesiyle yarım kalan Lisbeth'in macerasını sürdürmek de David Lagercrantz'a düştü.
Örümcek Ağındaki Kadın böyle ortaya çıktı...
Ejderha Dövmeli Kız'ın hem edebiyat hem de sinemadaki başarısı (kitaplardan İsveç yapımı üç film çekildi) karşısında Hollywood'un bu seriye el atmaması düşünülemezdi! David Fincher'in yönetiminde Ejderha Dövmeli Kız'ın yeniden çevrimi sonrasında serinin ikinci ve üçüncü filminin de geleceği bekleniyordu ki olmadı, nedense dördüncü kitaba odaklanıldı...
Uruguaylı yönetmen Fede Alvarez'e teslim edilen Örümcek Ağındaki Kadın için ilk elden Lisbeth Salanger'dan bir Jason Bourne yaratma girişimi olmuş denilebilir. Ne olduysa olmuş aradan geçen zaman içerisinde Lisbeth, iyi bir hacker olmanın yanı sıra yakın dövüşlerde ustalaşmış, etrafındaki her şeyi hayatta kalma adına kullanılabilir hale gelmiş, tıpkı Bourne gibi. Fakat Bourne eski bir asker, Lisbeth'in böyle bir geçmişi yok...
Ki Örümcek Ağındaki Kadın'da Lisbeth'in geçmişine ziyadesiyle vakıf oluyoruz. Bir suç örgütünün lideri olan babasının bir tacizci olduğunu öğrenip, onun neden erkekleri sevmediğini anlıyoruz. Ama fiziksel olarak bu kadar yetenekli hale nasıl geldiğini öğrenemiyoruz.
Bu neden önemli derseniz? Lisbeth Örümcek Ağındaki Kadın'da tıpkı Jason Bourne gibi gizli servislerin, organize suç örgütlerinin cirit attığı bir maceranın içine düşüyor ve ona sonradan bahşedilen yetenekleri sayesinde bu maceranın üstesinden geliyor...
Dolayısıyla Örümcek Ağındaki Kadın, Lisbeth'in dört filmlik macerasına eklemlenmekte zorlanıyor. Hal böyle olunca şu söylenebilir film için: Karakterin yeniden yorumlanıp başka türlü bir kahraman olarak yoluna devam ettiği bir macera...
Bu yeni yorumda Lisbeth temel özelliklerini koruyor. Hâlâ feminist bir anti-kahraman, hâlâ erkek şiddetine karşı, hâlâ zorda kalan kadınlara yardım ediyor. Ama o artık aksiyon kahramanı olmaya soyunuyor... Bu da Lisbeth'i başka bir yolun yolcusu yapıyor...
En son Ay'da İlk İnsan filminde etkili bir performans sergileyen Claire Foy yeni Lisbeth'i başarıyla canlandırıyor.
Son söz olarak ne olursa olsun 'Lisbeth her haliyle kabülümüzdür' diyorsanız, film belirli bir noktaya kadar seyirlik keyif veriyor.
YİNE DÜŞTÜK YOLLARA
24 yıl önce sineması olmayan şehirlere film götürerek başlamıştı Gezici Film Festivali'nin macerası. O gün bu gündür de bu macera devam ediyor. Ankara Sinema Derneği'nin, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkılarıyla düzenlediği festival Ankara'da başladı, sonrasında Sinop ve Kastamonu'ya gidecek. Türk sinemasının ve dünya sinemasının son dönem örneklerinin gösterileceği festivalin özel bölümünün konuğu yönetmen Mahmut Fazıl Coşkun. Yönetmen, festivalde gösterilmek üzere sinema tarihinin farklı dönemlerinden, farklı sinema anlayışlarını temsil eden üç film seçti: Eşarbına Sahip Çık, Tatyana, Bebek Jane'e Ne Oldu? ve Alis Kentlerde... Bu filmler Ankara, Sinop ve Kastamonu'da gösterilecek...