Denizle gökyüzünün mavisinin birleştiği bir manzara eşliğinde sohbet ediyoruz Aynur Aydın'la. Altı ay önce taşındığı evindeyiz. Sehpanın üzerindeki, Çin öğretisi Feng Shui'ye göre şansı ve gücü temsil eden fil objeleri dikkatimizi çekiyor. Yanan mumların da pozitif etkisiyle keyifli bir sohbete başlıyoruz. Aydın, yeni single'ı Salla'nın kısa sürede yakaladığı başarıdan dolayı mutlu...
- Önünüze okumanız için bir şarkı geliyor. Onun sizin için doğru şarkı olduğunu nasıl anlıyorsunuz?
- Demoyu dinlerken kararımı vermiş oluyorum. Şarkıyı çok sevdiysem sesime gitmese bile bir şekilde uyduracağımı biliyorum. Biraz inatçı biriyim.
- İnatçı olmak müzik sektöründe olumlu bir özellik mi?
- İlk albümüm istediğim gibi gitmeyince Türk müzik endüstrisi üzerine küçük bir araştırma yaptım. Ve inatçılığın Sezen Aksu, Ajda Pekkan gibi zirvedeki isimlerin ortak noktası olduğunu gördüm. Hiçbiri pes etmemiş.
YENİ NESİL MÜZİĞE HAKİM
- Aylarca süren çalışmaların sonunda beklenen gün geliyor ve şarkı çıkıyor. Sonraki 24 saat nasıl geçiyor?
- Şizofren bi durum aslında. Doğum yapma gibi bir şey. Çocuğunuzu dünyaya getiriyorsunuz ve kamuoyunun önüne koyuyorsunuz. Olup olmadığına onlar karar veriyor.
- Yılda ortalama iki single çıkarıyorsunuz. Az ve öz... Neden bunu tercih ediyorsunuz?
- Çok titizim. Her aşamada aranjörleri delirten bir insanım. "Aynur sen gitsene eve" diyorlar, "Yoo" diyorum, "Bitene kadar buradayım."
- İşine her aşamada sahip çıkma, yeni dönem müzisyenlerin özelliklerinden biri galiba?
- Yeni nesil müziğe âşık, müziğe hakim. Dertleri gerçekten müzik. Ünlü olmak amacımız değil.
- Almanya'dan Türkiye'ye geldiniz ve kendinizi bir müzik piyasasının içinde buldunuz. Nasıl bir manzara vardı karşınızda?
- Karmakarışıktı. Kim birinci o bile bilinmiyordu. Her kanalda, her platformda birinci farklıydı. Herkes kral, herkes kraliçeydi.
- Peki nasıl çözdünüz?
- Güvenilir platformlara bakıyorum artık. Konserlerde zaten bizzat tanık oluyorsunuz o sevgiye.
- Konserleri seviyor musunuz?
- Çok seviyorum ama ilk zamanlarda tecrübem yoktu. "Anneee" diye ağlayarak sahneden kaçmak istediğim çok oldu. İçimden "Son beş şarkı kaldı" diye sayıyordum. Şarkılar çok uzunmuş gibi geliyordu. Bitmiyordu. Alkıştan utanıyor, hemen bir sonraki şarkıya geçiyordum. Ama artık daha rahatım. Şimdi şarkı aralarında duruyorum, alkışı dinliyorum, sindiriyorum. Konserlerde şarkılarımı dinleyicilerle hep birlikte okumak özgüvenimin de yerine gelmesini sağladı.
- Müzik sektörünün müzisyenlerin akıl sağlığını olumsuz etkilediğine ilişkin bir araştırma yayınlandı. Siz dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
- Önce deliriyorsun, sonra bir rahatlama geliyor ve yoluna devam ediyorsun. Çünkü yaşadığın normal değil. Ne kadar çok sevenin varsa o kadar çok uğraşanın da var. Sosyal medyada çok yakınına gelip öyle şeyler söyleyebiliyorlar ki bunu hazmetmek zor. Ben kendimi soyutlayarak dengeyi sağlıyorum. Aynur'la Aynur Aydın'ı ayırdım. Aynur'a dokunamazlar ama Aynur Aydın her türlü iyi-kötü eleştiriye açık.
ARTIK YURT DIŞINDA DOYMAM
- Türkiye'ye yerleşmenizin üzerinden altı yıl geçti. İlk geldiğiniz günü anımsıyor musunuz?
- Evet, elimde bir sürü bavulla gelmiştim. Yanımda arkadaşım Esra vardı. Ben salaş giyinmeyi severim ama o inanılmaz havalıdır, süslüdür. Hatta bizi karşılayanlar Esra'yı ben sandılar. Hâlâ da günlük hayatta aynı durumu yaşadığımız oluyor.
- O günden bugüne pişmanlıklar var mı?
- Kendimden kuşku duyan bir insandım. Keşke bu kadar duymasaydım. Kulağımı kapatıp daha hızlı ilerleseydim. Çünkü bu altı yıl içinde ara verdiğim, müziği bırakmak istediğim dönemler oldu. Bir pazar akşamı Ajda Pekkan'ın telefonla araması dönüm noktam oldu. "Gel seninle çalışmak istiyorum" demesi bir rütbe gibiydi benim için.
- Bu dönemde sizi başka neler zorladı?
- Yalnızlık zorladı. Ekibim dışında yanımda beni motive edecek çok az insan vardı. "Bunu yap, şunu yap" diye çok fazla karışan oldu. Müzikte de tam dijital dönüşümün yaşandığı zamandı. Ama o dönem beni temelden değiştirdi. Heidi gibiydim öncesinde. Bugün ne giyeceğim, ne içeceğim, hangi şarkıyı söyleyeceğim... Derdim bunlardı. O toy, dünyevi kızı alıp birden doğumu, ölümü, hayatın anlamını sorgulayan bir kıza dönüştürdü. Güzel bir insana dönüştüğümü düşünüyorum. Daha insancıl, karşısındakinin acısını gerçekten hisseden... Türkiye beni güzelleştirdi.
- Hiç buradan gitmeyi düşündüğünüz oluyor mu?
- Çok oluyor, yalan söyleyemeyeceğim. Ama buraya alıştım. Bir kere artık Türkiye dışında dünyanın hiçbir yerinde doymam.
- Manevi anlamda bir doymadan mı bahsediyorsunuz?
- Hayır, yemek olarak. (Gülüyor) Yurt dışına çıktığımda dördüncü gün Türk kahvaltısını özlemeye başlıyorum. Türk mutfağındaki her şeyi çok seviyorum. İlk geldiğimde dokuz kilo aldım hatta. 24 saat yemek yiyebiliyorsun. Her yer açık. O tostlar ne öyle örneğin... Almanya'da 23.00'ten sonra ölsen de açık yer bulamazsın.