Freddie Mercury, 45 yaşında, 1991'de öldüğünde bir efsaneydi. Yıllardır da müzik tarihinin en büyük ikonlarından biri olarak kabul ediliyor ve dokunulmaz katında öylece duruyordu. Böylesi birinin hayatını sinemaya uyarlamak zor bir iş. Bir kere onun hayatını ne kadar kapsamlı ele alırsanız illa ki bir şeyler eksik kalır. Yönetmen Bryan Singer'ın çekmeye başladığı ve sette çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle Dexter Fletcher'ın tamamladığı (Filmin jeneriğinde yönetmen hanesinde adı yazılmamış) Bohemian Rhapsody bu riski göze alarak Freddie Mercury'nin hayatını anlatmaya soyunuyor. 1985'teki Live Aid konserlerinde Wembley Stadı'ndaki tarihi Queen konseriyle başlayan film, Zanzibar doğumlu, Parsi kökenli Farrokh Bulsara'nın, Roger Taylor, Brian May ve John Deacon'la tanışmalarını, Queen'in kuruluşunu, muhteşem şarkıların nasıl ortaya çıktığını, grubun efsaneleşmesini, Mercury'nin inişli çıkışlı hayatı ekseninde anlatıyor. Sonra da Wembley'deki o tarihi konserle bir Queen ziyafeti verip sona eriyor. Koca bir ömrü 138 dakikaya sığdırmak zor elbet. Yönetmenlerin Mercury'nin hayatını kronolojik olarak anlatma tercihi de bu zorluğa eklenince Mercury'nin derinlikli bir portresi ortaya çıkmıyor. Ama zaten bu da amaçlanmamış, makul bir Freddie Mercury portresi çizilmek istenmiş. İşin aslı film bunu başarıyor. Bir efsanenin yaldızını kazıyıp onun müzikle, grup üyeleriyle, arkadaşlarıyla, ailesiyle ilişkisi üzerinden zaafları, erdemleriyle insani yönleri anlatılıyor. Perdede özgüvenli, deli dolu ve az biraz kaprisli ama vicdanlı, sevdiklerine değer veren ve her şeye rağmen ailesini, aile gibi gördüğü Queen'i önemseyen bir insan beliriyor. Açıkçası bu portre herkesi tatmin eder mi, bilemiyorum. Ama dediğim gibi makul bir portre. Film Mercury'i ne yüceltiyor, ne de olmadığı gibi gösteriyor. Yeri geliyor müzisyenin kimi tabuları nasıl yıktığı da anlatılıyor, yeri geliyor nasıl kalp kırdığı da. Ama onun sahnede nasıl devleştiği ve konserlerinde binlerce insanı nasıl etkisi altına aldığı ziyadesiyle yansıtılıyor. Rami Malek'in muhteşem performansı, ki Brian May'i canlandıran Gwilym Lee de onun kadar başarılı, dönem atmosferini iyi yansıtması, Wembley dahil Queen konserleri ziyafeti sunmasıyla Bohemian Rhapsody en az Freddie Mercury kadar enerjik ve deli dolu ama tıpkı onun gibi yer yer ağırbaşlı. Daha iyisi çekilene kadar şimdilik onu en iyi anlatan film.
SESSİZ SEDASIZ GELEN BAŞARILAR
Kimi Türk filmlerinin uluslararası yolculuğunu adım adım biliriz. Ama bazı filmlerin yolculuğu ise sessiz sedasız oluyor. Tıpkı Orhan Oğuz'un Eksi Bir ve Ramin Matin'in Çıkış Yok filmlerinin yolculuğu gibi. Oğuz'un çektiği geçen yıl İstanbul Film Festivali'nde ilk gösterimi yapılan Eksi Bir, geçenlerde New York'taki Chelsea Film Festivali'nde gösterildi ve En İyi Film dahil dört ödül aldı. İstanbul'da evsiz bir yaşlı adamın havalar soğuduğu için zabıtalarla geçirdiği bir gecenin öyküsünün anlatıldığı filmde Nilüfer Açıkalın, Metin Belgin, Ercan Kesal ve Serkan Ercan oynuyor. Metin Belgin filmdeki performansıyla festivalde En İyi Erkek Oyuncu da seçildi. Canavarlar Sofrası, Kusursuzlar filmleriyle tanınan Ramin Matin'in son film Çıkış Yok ise şu sıralar Tokyo Film Festivali'nde yarışıyor. İstanbul'un kaosundan kaçmak isteyen bir mimarın hikayesini anlatan filmde Deniz Celiloğlu, Ezgi Çelik, Erdem Şenocak ve Ayşenil Şamlıoğlu rol alıyor. Festivalde gösterimi yapılan ve beğenilen film Japonya'dan ödülle dönerse şaşırmamak gerek.