Winnie the Pooh, modern zaman hikayesi olarak çocukların dünyasında yıllardır anlatılıyor. Birkaç kuşak özellikle onları çizgi filmiyle hatırlıyor ama tevellütü bayağı eski bu hikayenin. A. A. Milne'in 1926 yayımlanan kitabına dayanıyor. Milne kendi oğlunun yaşadıklarından ilham alarak yazdığı hikayede temel olarak arkadaşlar arası paylaşımın ve dostluğun önemini anlatıyor. Peki, Winnie the Pooh dinleyerek/izleyerek/ okuyarak hayal kurmayı, arkadaşlığı, dostluğu öğrenen bu çocuklar büyüdükleri zaman ne yapıyorlar? Yönetmen Marc Forster işte hikayenin ana karakterlerinden Christopher Robin'in yaşadıkları üzerinden bu cevabın peşine düşüyor. Dolayısıyla ilk elden filmin çocuklardan ziyade aslında yetişkinler için bir masal olduğunu söyleyebiliriz. Hikaye Christopher Robin'in 100 hektar ormanında peluş oyuncaklarla yaşarken büyüdüğü için ormanı terk etmesiyle başlıyor. Şık bir vedadan sonra Christopher'ın hızlı bir kurguyla büyüdüğüne, evlendiğine, 2. Dünya Savaşı'nda askere gittiğine ve savaş sonrası İngiltere'de bir bavul şirketinde yönetici olarak çalıştığına şahit oluyoruz. Artık yetişkin olan Christopher şirketinin verdiği büyük bir görevi yerine getirmek için ne kızına ve eşine ne de kendine zaman ayırıyor.
NASIL BİR BABA OLMALI?
Bizim peluş kahramanlarımız da tam bu noktada devreye giriyor ve Christopher'a geçmişini, çocukluk düşlerini, 100 hektar ormanında yaşadıklarını hatırlatmak durumunda kalıyor. Yetişkin olunca, amiyane tabirle içimizdeki çocuğun sesine neden kulak vermediğimizi anlamaya çalışan film bu noktada evrenselleşiyor ve babalık olgusunu sorgulamaya başlıyor. Christopher kızını seviyor, ama bu sevgiyi yeterince gösteremiyor, bahanesi de iş. Para kazanması gerek. Bir de kızı adına onun istemediği kararlar alma konusunda katı bir yaklaşımı var. Bir masal dünyası içinde büyüyen bir çocuğun bu dönüşümü şaşırtıcı ama bu savrulma birçok insan için böyle yaşandığı için yadırgamıyorsunuz. Christopher da bu savrulmayla yüzleşince, tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi, masalları, hayalleri küçümseyen, gerçek hayatın çok farklı olduğunu savunan bir kişilik olarak beliriyor. Lütfen Beni Öldürme, Uçurtma Avcısı, Quantum of Solace, Dünyalar Savaşı Z gibi önemli filmleriyle tanınan yönetmen Marc Forster hikayenin sadeliğine sadık kalıyor. Reel dünyayla masal dünyasını sinematografik olarak iyi harmanlıyor. Oyunculuklardan da iyi performansları alınca Christopher Robin büyükler için çocukluk masalının sesine kulak ver filmine dönüşüyor.
SİNE-TORTU
?Saraybosna ve Venedik'ten iyi haberler
Saraybosna Savaşı'na karşı bir isyan Saraybosna Film Festivali. Bunun için bizim sinemacılar için de özel bir yer. Her daim bu festivalde olmaya çalışıyor sinemacılarımız. Festival yönetimi de bunun farkında, onlar da son yıllarda Türk sinemasına özel bir önem veriyor. Bu yılki program açıklandığında bu karşılıklı saygı ve sevgi ilişkisinin devam ettiği görülüyor. 10 Ağustos'ta başlayacak festivalin Onur Konuğu Nuri Bilge Ceylan olacak. Yönetmene Saraybosna'nın Kalbi ödülü takdim edilecek ve fotoğraf sergisi açılacağı gibi Ahlat Ağacı da gösterilecek. Festivalde bizi ilgilendiren diğer bir gelişme ise Yozgatlı genç yönetmen Osman Nail Doğan'ın Güvencin Hırsızları filminin ana yarışmada olması... Geçen yıl Semih Kaplan-oğlu'nun Buğday filmi ana yarışmada yer almış, önceki yıl ise Mehmet Can Mertoğlu'nun Albüm'ü yarışmış ve büyük ödülü kazanmıştı... Söz festivallerden açılmışken sinemamız adına iyi bir haberimiz daha var. Uzak İhtimal ve Yozgat Blues'un yönetmeni Mahmut Fazıl Coşkun'un son filmi Anons 29 Ağustos'ta başlayacak Venedik Film Festivali'nde dünya prömiyerini yapacak. Film festivalin Orizzonti bölümünde gösterilecek...