Doğanın içinde bir sitede, müstakil bir evin garajının önünde duruyoruz. Kapı sonuna kadar açık. İçerideki uzun masanın üzerinde onlarca fırça ve resim malzemesi duruyor. Bir duvarı tamamen kaplayan rafta ise boyalar dizilmiş. Seyyar bir askıda, üzeri boyanmış ceketler dikkatimizi çekiyor önce. Ardından da duvardaki resimler. Dilahan Doğan'ın resim atölyesindeyiz.
Dilahan Doğan, babası ünlü tekstilci Sabri Doğan ve annesi Güler Doğan'la birlikte yaşadığı evin garajında tuvaliyle baş başa kalabileceği renkli bir dünya oluşturmuş. Doğan'ın tabloları son dönemde büyük ilgi görüyor. En son futbolcu Burak Yılmaz'ın yeni evinde eserlerine rastladık. Ünü yurt dışına da taşmış durumda. St. Tropez'de bir restoranın duvarlarını Doğan'ın üç eseri süslüyor.
Ünlü futbolcu Arda Turan'la yaşamını birleştiren ablası Aslıhan Doğan dolayısıyla adına zaman zaman magazin haberlerinde rastlasak da sanatçı yaşadığı her anı 'hediye' olarak değerlendiriyor. "Arda Turan'ın baldızı" ya da "Aslıhan Doğan'ın kardeşi" olarak yazılıp, çizilmek konusunda "Beni kötü etkilemiyor ama hoşuma da gitmiyor" diyor. O yaptığı işle anılmak istiyor... Ki gelinen noktada istediği olmuş...
- Hareketli bir çocukmuşsunuz Çizim yapmaya başlamanızda hiperaktifliğiniz önemli rol oynuyor sanıyorum.
- Çok hareketli bir çocuktum, hiç yorulmazdım. Lastik oynarken arkadaşlarım yorulunca lastiği evdeki sandalyelere bağlardım. Sıkılır perendeler atardım. Altı-yedi yaşlarımda beni psikoloğa götürmüşler. Psikolog da "Çocuğunuzun IQ'su bir tık daha yüksek. Hiperaktif. Sanata yönlendirin" demiş. Resim öğretmenim bana karikatür tarzında çizimler yapmayı öğretti. Değişik renklerde, kulağı, burnu büyük orantısız figürler... Yıllarca resim yaptım. Odamda tuvaller, boyalar vs. Sonra annem "Kirletme artık buraları" dedi ve ben de 15-16 yaşlarımda rafa kaldırdım her şeyi.
- Tam da eğitime ilişkin kararların alındığı dönem. Nerede eğitim aldınız?
- Mücevher tasarımcısı olmak istediğime karar verince New York FIT'de (Fashion Institute of Technology) mücevher tasarımı bölümüne başladım. Ardından Londra'da GIA (Gemological Institute of America) taş uzmanlığı okudum. Döndüm ve Gilan'ın alt markasında çalışmaya başladım. Orada olmak gurur vericiydi ama şunu fark ettim: Kadına değerinin, mücevherle verilmeye çalışılması fikrine alışamıyordum. İnsanlar evlilik teklifi alıyor, sorulan soru "Mutlu musun?" değil, "Yüzüğün kaç karat?" oluyor.
- Babanız tekstil ve aydınlatma işinde. Onunla çalışmayı düşünmediniz mi?
- Zaten sonrasında babamla çalışmaya başladım. Ama masa başında çok sıkılıyordum. Tam da o dönemde bir gün annem eski resimlerimi ortaya çıkardı. O gün tekrar resim yapmaya karar verdim. Ve hayatımın en güzel zamanları başladı.
- İlk kim aldı eserinizi?
- Instagram'da tablolarımı gören bir arkadaşım eşine doğum günü hediyesi bir resim yapmamı istedi. Sonra arkası geldi. Bir baktım profesyonel bir ressam olarak çalışıyorum.
- İlk sergiyi ne zaman açtınız?
- Resimlerim vardı ama kurumsal anlamda hiçbir hazırlığım yoktu. Sergi için teklif gelince internet sitemden kartvizitime kadar, 14 gün içinde hepsini hallettik.
- Bir resmi yapmaya nasıl başlıyorsunuz?
- Hayat gibi bomboş, beyaz bir tuval var önünüzde. Nasıl her gün yeni bir günse ve o günü nasıl yaşayacağımız bizim elimdeyse, resim yapmak da öyle... Tuvali ya da aynayı, ceketi önüme koyuyorum. Eğer sipariş üzerine bir resim yapıyorsam eserin sahibini düşünüyorum. İsmini, kendisini... Instagram'dan tanıştığım, ismini hiç bilmediğim bir müşterim vardı. Yaptığım üç resimde Shakespeare'in sözlerini kullandım. Meğer en sevdiği yazar Shakespeare'miş. Söylediğim gibi bu bir his...
- Hiç istemediğiniz birine tablo yapmak zorunda kaldınız mı?
- Hiç olmadı, ama bazen bir ceketin tamamlanması 10 gün yerine bir ay sürebiliyor. O karşı tarafın enerjisiyle çok alakalı bence. "Acaba nasıl bir insan, hayatta çok mu zorlanıyor?" diye düşünüyorum.
- Karşıdaki kişiden o enerjiyi almak sizin için de yük değil mi?
- O alışverişi çok seviyorum. Ben temiz kalıyorum sonunda. Tuvale de kötü bir şey dökülmüyor. Bir arkadaşım "Resimlerine bakıyorum her biri ışık gibi" demişti. Çok seviyorum işimi. Gece uyuyamıyorum, kalkıp atölyeme geliyorum.
- Anne ve babanız şikayetçi olmuyor mu bu durumdan?
- Sprey boyanın kokusundan sersemlemiş şekilde uyanıyorlar bazen. "Yavrum yapma" diyorlar.
- Tasavvuftaki hiçlik kavramı da eserlerinizde sık sık karşımıza çıkıyor. Üzerinde çok düşünür müsünüz bu kavramın?
- Geçmişi değiştiremeyiz, geleceğe hükmedemeyiz. Sadece şu an var. Ve şu ana bir şey ekleyemiyorsak demek ki sıfır noktasındayız. Bu bence büyük bir teslimiyet ve asıl, ruh o zaman özgürleşiyor. Oysa ki bize öğretilenlerin, kaygıların ortasında kayboluyoruz.
- Özellikle günümüzde 'biri olmak' çok önemli değil mi?
- Haklısınız, kendi çevremden, ailemden de gördüğüm bu. Ailemde ablam da dahil herkes hanım hanımcıktır. Sabah kalkılır, hemen hazırlanılır. Ben öyle değilim. "Senelerce kendime acaba ben anormal miyim?" diye sordum. Ben niye prototipe uymuyorum? Son beş-altı senedir kendimi olduğum gibi kabul edip seviyorum ve rahat ediyorum.
- Bu noktaya nasıl geldiniz?
- Kitaplarla aram iyi. Cemal Süreya, Özdemir Asaf, Halil Cibran, Nazım Hikmet okurum. Bence çok değerli isimler. Bir cümleye bin cümleyi sığdırıyorlar. İkincisi de insanın kendisini geliştirmesi gerektiğine inanıyorum. Doğru yerde doğru zamanda bulunup doğru dersleri almak bence insanın beş yıl boyunca psikoloğa gitmesinden daha iyi. Ailem de beni böyle kabul etti. "Senin farklılığından biz de besleniyoruz" diyorlar artık. Annem, ablam...
- Geçmiş sergilerinizden birinin açıklamasında insanoğlunun deneyimlediği en yoğun ve derin duyguları yansıttığınız yazıyordu. Nedir o derin duygular?
- Bence her şey. Aşk, kayıp, korku, güven, sadakat... Ben negatif kelimeleri ve duyguları hiç üzerimde taşımam. Elbette korku da endişe de yaşıyorum. Ama bu duyguları dönüştürmeye çalışırım. Gece huzursuz mu yatıyorum hemen rahatlatırım kendimi.
- Magazin haberlerinde zaman zaman adınıza rastlıyoruz. Sizi huzursuz ediyor mu?
- Benim bir kimliğim var. Ben Dilahan'ım. Ama insanların magazinsel olarak kolayına geliyor, "Aslıhan'ın kardeşi ya da Arda'nın baldızı" demek. Ben çok takılmıyorum. Ne güzel Arda hayatında ilerlemiş, çok iyi bir futbolcu. Ablam çok mutlu, çok güzel bir evlilik yapmış. Kendi kendine var olabilen güçlü bir kadın aynı zamanda. Onların yanında anılıyorsam da ne güzel, sorun yok. Ama ben kendi işimde kendi ismimle anılmayı tercih ediyorum. Bana onlar da şunu söylüyor: "Başkalarıyla bir araya geldiğimizde seninle ilgili konuşurken sadece işini konuşuyoruz ve seninle gurur duyuyoruz." Etiketlerle, kartvizitlerle yaşamıyorum. Benim için önemli olan ailemin mutlu olması, güzellikler yaşaması. Ama bir sergi yaptığımda insanlar yazarken "Arda'nın baldız adayı sergi yaptı" diyor. Kötü etkilenmiyorum ama hoşuma da gitmiyor.
MERHAMET ŞEFKAT ÇOK YOĞUN DUYGULAR
- Hat da resimlerinizde dikkat çekiyor. Eğitimini aldınız mı?
- İç mimarlık bürosu Mim İnterni ile birlikte çalışıyorum. Geçen yıl Efe Kesgün'ün teklifi sonrasında hatla tanıştım. Mim Sanat Akademisi'nde çok iyi bir hattattan ders aldım. Hâlâ beni destekliyorlar, çalışmalarımda onaylarına başvuruyorum.
- Dini motifler kullanmayı da seviyorsunuz...
- Dinden almamız gereken mesajları almıyoruz aslında. Dinimiz hep güzelliklerden bahsediyor. Sevgiden, merhametten, şefkatten... O kadar güzel ve yoğun duygular ki bunlar...
BİT PAZARLARINDAN CEKET TOPLADIM
- Modada insanlar artık kendilerine özel parçaları istiyor. Sizin üretimleriniz de buna uygun değil mi?
- Ben bu konuda şanslıyım. İki yıl önce Dilahan Doğan Art Project'e başladım. "Yaptıklarım insanların sadece duvarlarında olmamalı. İnsanlar giymeliler, takmalılar" diye düşündüm. Ailem de tekstilci olduğu için bana çok destek oldular. Kot ceketlerle ve parkalarla başladım. Bu yıl bir baktım ünlü markalar da kişiye özel boyamalar yapmaya başladı.
- Projenin yeri ürünleri var mı?
-Vintage Army koleksiyonum en yenisi. Balat'tan Feriköy'e bit pazarlarından asker ceketleri ve şapkaları topladım, onları boyadım.
TEK OLMAKTAN KORKUYORUZ
- Zamanınızın ne kadarı atölyede geçiyor?
- Çoğu. Genelde çok sosyal değilimdir. Sessizliği, sakinliği severim. İlişkilere baktığınızda hep bir bağlılık, bağımlılık söz konusu. Tek olmaktan korkuyoruz. Oysa ben burada şunu hissediyorum: Kendimle geçirdiğim her an bana hediye. Çok kıymetli ve o kadar güzel ki... Burayı çok seviyorum.
- Arkadaşlarınızla ilişkiniz nasıl?
- Arkadaşlarımı atölyeye davet ederim. "Canın mı sıkıldı, gel bir tuval al resim yap" derim. Annem de "Hiçbir ev senin tablonsuz olmamalı" diyor. "Niye böyle hissediyorsun?" diyorum "Bir güzelliği var, huzur veriyor" diyor.