Nuri Bilge Ceylan'ın ilk dönem başyapıtı Uzak'taki Yusuf, kasabasından, iş bulup hayat kurmak için bir umutla İstanbul'a geldiğinde akrabası onu okumadığı, bir meslek sahibi olamadığı için suçluyordu. 2002 yapımı Uzak'tan 16 yıl sonra izlediğimiz Ceylan'ın son filmi Ahlat Ağacı'nda Sinan (Doğu Demirkol), içinden çıktığı ama çok da sevemediği kasabasına şehirden üniversite mezunu olarak dönüyor. Daha doğrusu işsiz olduğu için baba ocağına dönmek zorunda kalıyor.
Sınıf öğretmenliği okuyan ama bir gelecek kuramayan Sinan'ın o taşra ortamındaki tek arzusu, yazdığı ilk kitabını yayımlatmak. Fakat taşrada onu geride bıraktığı sorunlar bekliyor, ki en büyük sorun babası öğretmen İdris'in (Murat Cemcir) gerçekliği. Saygın hatta bir zamanlar idealist bir öğretmenken ganyan tutkusu nedeniyle itibarını kaybeden, herkese borcu olan, biraz da hayata küsmüş ama emekli olup kendi babasının köyüne yerleşip düze çıkmaya çalışan İdris ile Sinan arasındaki sorunlu baba-oğul ilişkisi Ahlat Ağacı'nın hikayesinin omurgasını oluşturuyor.
BİR BÜYÜK ÇIKIŞSIZLIK
Ceylan bu baba-oğul ilişkisinde daha çok Sinan'ın hikayesine odaklanıyor. Sevimli, empatik bir karakter değil Sinan. Hoyrat olmaktan sakınmayan, az biraz bencil, fazla yargılayıcı bir karakter.
Fakat kendinden istenenleri yaptığı halde sistemin ona gelecek kurma imkanı sağlamaması nedeniyle de bir çıkışsızlık içinde. O sevmediği, biraz da küçümsediği kasaba hayatı içinde kendine çıkış yolu ararken aslında taşradaki insanların ahlaken çıkışsızlığını, diğer bir deyişle kasaba ahlakının iki yüzlülüğünü her fırsatta ifşa etmek istiyor. Sanki sistemden, ailesinden, hayattan öfkesini böyle çıkarıyor. Girdiği tartışmalarda hep bu haklı haksız öfkesini su yüzüne vuruyor.
Filmi derinleştiren ve Türkiye'nin içinde bulunduğu iklimi anlatan bu sekanslarda Ceylan'ın, Kış Uykusu'nda yaptığı gibi bütünlüklü bir Türkiye fotoğrafı çekme niyeti yok.
Ama yaşadığımız dönemin insanlar üzerinde nasıl ahlaki sarsıntılara neden olduğunu, insanları nasıl çıkışsızlığa sürüklediğini, cesaretini örselediğini Ceylan bu sekanslarda iyi gösteriyor. Freudyen bakış açısıyla büyümenin, kendini var etmenin bir metaforu olarak kullanılır ya 'babayı öldürmek gerek' savı. Ceylan'ın, ilk planda insanın babasını öldürmesine gerek yok bazen babasının gölgesine sığınabilir diye bu sava itiraz ettiği düşünülebilir. Ama naçizane filmin aslında bu coğrafyada babayı neden öldüremediğimizin nedenlerini anlattığını düşünüyorum. Babayı öldüremeyen sonra da istemeye istemeye babasına dönüşen insanların epik hikayesi Ahlat Ağacı.
İKİ DÖNEM HARMANI
Bu epiklik belki roman-film hissi verse de Kış Uykusu kadar sırtını edebiyata teslim etmiyor Ahlat Ağacı. Karaktere, gündelik hayatın hakikatine, yüzleşme ve yüzleşememe arasında savrulan insan ilişkilerine daha çok sırtını dayıyor. Filmin meselesi ağır ve derinlikli yani. Ama 188 dakikalık filmin son derece dinamik bir yapısı var.
Bu dinamikliğin en önemli etkeni senaryo (Nuri Bilge Ceyla, Ebru Ceylan, Akın Aksu imzalı) elbette. Ama Ceylan, Ahlat Ağacı'nda o bilinen mükemmelliyetçi estetiğini öykü lehine esnekleştiriyor. Bu karar kamerasının önceki filmlerine göre daha hareketli olmasını sağlıyor. Bu hareketlilik senaryonun dinamikliğinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Ki aslında olan şu: Ceylan ilk döneminin estetik ustalığı ile ikinci döneminin derinlikli ve epik öykü anlatma ustalığını Ahlat Ağacı'nda çok iyi harmanlayıp sinemasında yeni bir hamle yapıyor.
TAŞRA ARTIK DİNAMİK
Ahlat Ağacı'nda bunun dışında önemli bir şey daha var. Ceylan'ın taşraya olan bakışındaki değişiklik. İlk filmi Kasaba ile taşraya sinemasal bir bakış getirirken (ki bu bakış sinemamızda yıllar içinde bir damar oluşturdu) taşranın durağanlığını öne çıkarmıştı. Yıllar sonra Ceylan, Ahlat Ağacı'nda bu bakışı tersine çevirip taşranın değişen dinamik yüzünü ortaya koyuyor. Bu dinamizmin pek çok soruna gebe olduğunu da görmek mümkün.
Netice olarak Ahlat Ağacı çok çok iyi bir film. Oyunculuklar, görüntü yönetmenliği, senaryosuyla Ceylan'ın Kış Uykusu ve Uzak ile eşdeğer tuttuğum bir filmi. Cannes'da ödül alamasa da gönlümüzün Altın Palmiye'sini kazanmış durumda.
SİNE-TORTU
Kardeş, Karlovy Vary'de
Anlat İstanbul'un beş yönetmeninden biriydi Ömür Atay. Sonra çok dizi çekti ama o kendisinden beklediğimiz sinema filmini ancak geçen yıl çekebildi. Senaryosunu yazdığı ve yönettiği Kardeş'ten bahsediyorum. Yiğit Ege Yazar, Caner Şahin ve Gözde Mutluer oynuyor filmde. İşte o film 53. Karlovy Vary Film Festivali'nde ana yarışmaya seçildi. Dünya prömiyerini Çekya'da yapacak.
Sinemaya bir de bu sözlükle bakın
Sinema dergisi Altyazı daha önce Gayri Resmi ve Resimli Türkiye Sinema Sözlüğü çıkarmıştı. Bildik sözlüklerden farklı bir perspektifle hazırlanan sözlük yoğun ilgi görünce bir yenisi daha yazıldı: Dünya Sineması Sözlüğü. Sözlükte bir öncekinde olduğu gibi 'resmi tarih' anlatılarında gölgede kalan, çeperlere itilen film, kişi, olay ve motifler madde madde anlatılıyor. Filmlere dair az bilinen, şaşırtıcı anekdotların da karşınıza çıktığı sözlükte 248 madde yer alıyor. Sovyet kadın montajcılardan kara listeye alınmış Hollywood yıldızlarına, sinema tarihinin arka sayfalarında kalmış sinemacılardan dijital olanakların sınırlarını zorlayan günümüz yeni medyacılarına uzanan sözlük maddelerinde, tarihin kıyılarına izlerini bırakmış 500'ü aşkın film ve 700'e yakın kişiye değiniliyor. Sinema meraklılarına duyrulur.