İki yıl önce Marvel'in anti-süper kahramanı Deadpool'u izleyince rahat bir nefes almıştık. Deadpool'un Hollywood eliyle şişirilen süper kahraman mitiyle değil dalgasını geçmek o miti yıkmaya yönelik bir hamlesi vardı. Açıkçası 2009'daki Watchmen'den sonra yeni bir soluk getirmişti süper kahramanlı çizgi roman uyarlamalarına. Bir nevi ölümsüzlüğe mahkum edilmiş olan hınzır, ağzı bozuk ve anarşist Deadpool'un yeni macerasında kendi dahil hiçbir şeyi ciddiye almama hali devam ediyor. Ve bu tavır yine filmin her şeyine sirayet ediyor. Fakat Deadpool 2 ilk film kadar süper kahraman dünyasına yönelik yıkıcı ve sert değil. Yine o mitle dalgasını geçiyor. Hatta referansını genişletiyor. Temel İçgüdü'den Terminatör'e kadar eskilere de uzanıyor. Ama anlatılan hikaye gereği süper kahraman dünyasıyla sadece dalga geçmeyi yeğliyor. Kahramanızın yeni macerasında babaoğul ve aile temalı bir hikaye var karşımızda. Deadpool, okulda gördüğü sistematik şiddet sonrası herkese karşı güvenini yitiren ve gelecekte ölüm saçacak olan küçük mutant Russell'ın güvenini kazanıp onu yanlıştan döndürmeye çalışıyor. Fakat bu iş sandığından daha zor oluyor. Çünkü gelecekten gelen Cable (Josh Brolin) ailesini öldürdüğü için Russell'ı daha küçükken yok etmek istiyor. Böylece Deadpool bir nevi Terminator replikası olan Cable ile karşı karşıya geliyor... Hınzırlıkta sınır tanımayan, kendisi dışında pek kimseyi düşünmeyen Deadpool'un açıkçası bir çocukla iletişim kurmaya çalışması kahramanımız açısından da ezber bozucu. Ki bu tavrı da hikayenin ve filmin tonunu belirliyor. Bu ton ilk filme göre ikinciyi farklılaştırıyor. Onun anti-kahramanlığında pek bir problem yok ama sanki anarşist tavrı törpülenmiş gibi. Fakat bu yapılırken bir başka özelliğinden, hınzırlığından vazgeçilmiyor. Öyle ki karakteri canlandıran Ryan Reynolds'la bile dalgasını geçecek, senaryodaki aksaklıkları 'senaristler burada kolaycılığa kaçmış' diyecek kadar hınzır Deadpool... Yani biraz ehlileşmiş, babacılık oynamak zorunda kalan bir hali var Deadpool'un. Eee ne de olsa o da bir Marvel kahramanı. Sertlik, anarşistlik, yıkıcılık da bir yere kadar...
SANATA DA SANATÇIYA DA KURUMA DA TEŞEKKÜRLER
Sanat eserlerinin belli ölçüler çerçevesinde yarıştırılması genel perspektif içinde pek de doğru gelmez insanlara. Bunun için eserlerin bir yarış ortamına sokulmadan değerlendirilip ödüllendirilmesi daha makuldür. SABAH gazetesinin bu yıl ilkini düzenlediği Sabah Yıldızları Ödülleri, işte bu perspektifle hayata geçirilen bir ödül. Oluşturulan jüriler kendi alanlarında bir yıl içerisinde üretilen eserleri değerlendirip kendilerince en etkili olduğunu düşündüğü performansa ya da esere Sabah Yıldızı Ödülü veriyor. Ama sadece eserlere mi? Bu ödüllerin bir başka güzel tarafı sanatçıların hayattaki üretimine göre verilen yaşamboyu başarı ödülleri. Sanatçılara hayatımıza katkılarından dolayı teşekkür etmenin bir fırsatı bu ödüller. Türkiye'de sanatın, hayatın içinde kök salması için birçok kuruluş yıllardan beri mücadele veriyor. Bu mücadelenin kökeninde genellikle bu kurumların ortaya çıkmasını sağlayan insanların ideal tavrı var. Sabah Yıldızları Ödülleri'nde sanatın farklı dallarına yıllardan beri katkı sunan kurumların ödül alması bu ideal tavırların toplumda bir karşılığı olduğunun göstergesi işte... Sabah Yıldızları Ödülleri'nde görev aldığım, Hülya Koçyiğit başkanlığındaki sinema jürisi olarak Semih Kaplanoğlu'na Buğday filmi nedeniyle Sabah Yıldızı Ödülü verdik. Adı Bay Sinema'ya çıkan Türker İnanoğlu'na Lütfi Akad Yaşamboyu Başarı Ödülü'nü vererek teşekkür etmek istedik. Prof. Sami Şekeroğlu Sinema ve TV Merkezi'ne Sinemaya En Yüksek Katkıda Bulunan Kurum Ödülü vermeyi uygun bulduk. Sanatın her alanına katkı sunan İKSV ise jüri başkanlarının kararıyla Jüri Özel Ödülü En İyi Sanat Kuruluşu seçildi. Bu ödülün İKSV'de geceli gündüzlü çalışan arkadaşların motivasyonuna bir katkı sunacağını düşünüyorum.