Charlie Chaplin'in efsanevi Büyük Diktatör (1940) filmi Hitler'i yerden yere vururken sinemada politik hicvin nasıl yapılması gerektiği konusunda standartları da belirlemiştir aslında. Konu ettiği kişi Hitler olsa bile, Chaplin onu ve politikalarını sert bir dille eleştirirken, Hitler'e hakaret etmeye, onu kaba bir biçimde aşağılamaya niyetlenmez. Bir diktatörü paspas gibi ezer ve bunu yaparken mizahi zekasını kullanır. Ki Chaplin'i de filmini de büyük yapan budur.
İskoç yönetmen Armando Iannucci'nin Fabien Nury ve Thierry Robin'in aynı adlı çizgi romanından uyarladığı İngiliz yapımı Stalin'in Ölümü filmi ise politik hicvin nasıl yapılmaması gerektiğine dair bir örnek.
Film temel olarak Sovyet lider Stalin'in 1953'teki ölümü sonrasında yaşanan iktidar mücadelesini anlatıyor. Stalin, Sovyetler'in başındayken emrini verdiği infazlar, tutuklamalar ve sürgünlerle öyle bir korku iklimi yaratır ki, bu iklim kendisinden sonraki iktidar mücadelesine de yansır. Film, çizgi roman uyarlaması olduğu için olsa gerek, Stalin dahil dönemin ünlü Sovyet devlet adamları Lavrenti Beriya, Vyaçeslav Molotov, Nikita Kruşçev, Georgi Malenkov'u karikatüre dönüştürüp bu iktidar mücadelesindeki itiş kakıştan mizah üretmeye çalışıyor. İngiliz komedisinin sınırları içinde bu insanların karikatür haline getirilmesi belki anlaşılabilir. Ama bütün bu insanların çapsız, iradesiz, vasata teslim olmayı kabul etmiş, günü kurtarmayı hedefleyen kötü ve pragmatik kişilikler olarak resmedilmesinde filmin iyi bir niyeti olmadığı ikinci bölümünde ortaya çıkıyor. Çünkü bu kişiliklerin nasıl keskin zekalı oldukları, iktidar mücadelesinde nasıl zekice hamleler yaptıklarını da gösteriyor film ve böylece kendi içinde çelişkiye düşüyor.
Stalin'i, çevresini, yöntemlerini, Sovyetler'i en sert biçimde eleştirmekte bir beis yok. Ama Stalin'in Ölümü'nün yaptığı sinemayı kullanarak Stalin ve çevresini eleştirmekten ziyade onları bir karşı propaganda malzemesi haline getirmek.
Bu nerden çıktı derseniz? Malum İngilizler, film ve dizilerle Brexit sonrasında yakın tarihi sıklıkla ele almaya başladı ve özellikle Churchill'i ikonlaştırmaya başladılar. Tam da bu süreçte onun 'ezeli rakibi' Stalin'i yerme, eleştirme bahanesiyle, karşı propagandaya giriyorlar Stalin'in Ölümü'nde. Bu perspektiften bakınca da filmin hiç de iyi niyetli olmadığı söylenebilir. Zaten filme yansıyan 'nefret'de bunun göstergesi...
YOLLARDA BULURUM SENİ
Tolga Örnek'in yönettiği Kaybedenler Kulübü 90'lı yılların Türkiyesi'nin fonunda iki radyocu Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk'un bohem yaşantısından bir kesit sunuyordu. Sivilleşmeye çalışan, kent hayatının giderek içselleştirildiği bir dönemde beat kültürünün ve filme yansıyan bohemliğin bir karşılığı vardı. Film de gücünü buradan alıyordu. Zaten zaman içeresinde kültleşmesinin sebebi de biraz buydu.
Mehmet Ada Öztekin'in senaryosunu yazdığı ve yönettiği filmde iki karakterin 2000'lerde altlarında motosiklet, bir tatil macerasını izliyoruz. Kaan'ın yeni tanıştığı bir kadınla yaşadığı aşk ve sonrasındaki gelişmeler, Mete'nin alkol problemleri filmin odağında yer alıyor. İkili ilk filmdeki gibi yine asi ve bohem fakat bu sefer yaş almanın getirdiği 'sıkıntıların' içindeler.
Aslında bir aşk hikayesi, romantik bir film gibi düşünülürse atmosferiyle, oyunculuklarıyla yapım belli bir ortalamayı tutturuyor. Ama Easy Rider esintileri, ilk filmde karakteri şekillendiren toplumsallığın ikinci filmde kullanmama eğilimi 90'ların erkek jarganonun sıklıkla yer alması düşünülürse film ilkine göre dimağımızda eksik bir tat bırakıyor.