Buğday, Semih Kaplanoğlu'nun sinemasında ciddi ve önemli bir adım. Yapım macerası, dert ettiği meselelerin büyüklüğü, uluslararası bir prodüksiyon olması nedeniyle de baştan söyleyelim iddialı da bir film. Kaplanoğlu, sinemamızda anlatı olarak bakir diyebileceğimiz bir alana dümen kırıp yakın ve belirsiz bir gelecekte geçen distopik bir filmle karşımıza çıkıyor. O dünyayı önce anlatalım: İnsanlık ani bir iklim değişikliği sonrasında çok farklı bir dünyada yaşamaya başlamıştır. Şirketlerin yönettiği şehirlerin sınırları yeniden çizilmiş, yetenekli ve sistemin faydalanacağı insanlar manyetik kalkanlarla korunan şehirlerde yaşarken diğerleri Ölü Topraklar bölgesinde yaşamak zorunda kalmıştır. Fakat şehirlerde de işler yolunda gitmez. Genetiği ile oynanmış tohumlardan üretilen gıdalarla insanlar yaşamlarını sürdürürken bir tohum kaousu da yaşanmaktadır. Bu kaosta çıkış arayan bilim adamı Profesör Erol, kendisine yardımcı olması için şehri terk edip giden eski bir bilim insanı Cemil'i bulmak için bir yolculuğa çıkar.
ÖZEL BİR YOLCULUK
Kaplanoğlu Buğday'da Türk sinemasının birikiminin üstüne çıkan bir atmosfer kuruyor (görüntü yönetmeni Giles Nuttgens ve sanat yönetmeni Naz Erayda çok başalı bir iş çıkarıyorlar) filmde. İlk bölümünde anlatım olarak akıcı bir dile meyleden filmde, Erol'un sınırı geçip Cemil'i aradığı noktada, Kaplanoğlu sinemasının hem anlatı hem de görsel olarak özgün kodları karşımıza çıkıyor. Açıkçası bu yolculuğun Erol'un içsel yolculuğuna dönüşmesiyle film farklı bir düzleme geçiyor ve bildik distopya anlatısından farklılaşıyor. O zaman Buğday'ın dıştan içe, çevreden merkeze ve hatta öze bir yolculuk olduğu anlaşılıyor. Bu yolculukta film, insanın kendi yolculuğuna dair durum tespitler yapıyor sonra da çözümler sunuyor. İnsanın kurtuluşunu, inançta, maneviyatta ve kendi özünü yeniden keşfetmesinde görüyor. Naçizane bu noktada Buğday'ın iki kilit olgusu 'insan parçacığı' ve 'budayın ortasındaki çizgi', filmin anlamını bulmada belirleyici oluyor gibi geldi bana. Kaplanoğlu insanın, içindeki 'insan parçacığı'nı göremediğini ve asıl kurtuluşun 'insan parçacığını' keşfetmek olduğunu anlatırken, filmde her şeyi ayıran ve birleştiren olarak tariflenen buğdayın ortasındaki çizginin ise birleştirici özelliğine vurgu yapıyor.
YÖNETMENLİK ÇOK İYİ
Fakat filme dair şöyle bir eleştirim de yok değil. Erol'un Cemil'i bulup onunla çıktığı yolculuğa seyirciyi olarak tam ortak oluyor muyuz, emin değilim. Yani bu yolculuk Cemil ve Erol arasında daha fazla çatışma, tartışma ve seyirciyi de bir sürü anlamlı soruyla baş başa bırakma potansiyeli taşırken bu potansiyelin çok değerlendirilmediği kanısındayım. Ki bu durum Erol'un dönüşümünü çok da etkilemezdi belki ama seyirciyi filmin içine daha iyi çeker ve etki gücünü daha da artırırdı diye düşünüyorum. Ama genel olarak bir dönemin sona erdiği, Endüstri 4.0 adı altında dijital, mekanik ve sanal karışımı bir medeniyet tasavvurunun yapıldığı bir dönemde Buğday'ın insanlık ve insanlığın geleceği üzerine çok ciddi bir itiraz ve uyarı filmi olduğunu söylemek gerek. Çok başarılı sinematografisiyle, Kaplanoğlu'nun üst düzey yönetmenlik becerisiyle takdiri hak eden Buğday, son tahlilde farklı okumalara açık ve kimi derinlikli tartışmalara vesile olacak, kendi kulvarında çoğu zaman da referans verilecek bir yapım. Kaçırmayın derim!
BUĞDAY/GRAIN: 5/4
DİĞERLERİ...
Buğday'ın dışında haftanın yerli seçenekleri arasında Burak Özçivit ve Murat Boz'un başrol oynadığı Kardeşim Benim 2 filmi var. Mert Baykal'ın yönettiği filmde iki kardeşin yeni maceraları anlatılıyor. Haftanın yabancı film seçenekleri arasında Stephen Chbosky'nin yönettiği Mucize öne çıkıyor. Yüzü farklı olarak doğan August'un normal bir okula gitmesi sonrası yaşananları anlatan filmde Julia Roberts, Owen Wilson, Jacob Tremblay rol alıyor. Çocuklar içinse haftanın seçeneği Paddington'ın devam filmi, Ayı Paddington 2.
DİKKAT ÇEKELİM
Çağan Irmak'ın Engin Akyürek'in başrolde oynadığı Çocuklar Sana Emanet'in fragmanı, yönetmenin sinemasını sevenleri heyecanlandırdı. Ama heyecan biraz daha sürecek çünkü film 23 Mart'ta vizyonda.