22 yaşında bir oyuncuyla söyleşi yapmaya gidiyorum. Bir an aklımdan "Ne yaşadıki ne anlatsın" diye bir tereddüt geçiyor. Açıkcası Dilan Çiçek Deniz'le Ritz Carlton Otel'de buluşmaya giderken aklımdaki tek soru buydu. Lobide beklerken uzaktan, upuzun ve incecik bir kız göründü. Yaşıtlarının en sevdiği gibi giyinmişti, kısacık bir şort, rahat bir spor ayakkabı. Ve kocaman bir gülümseme... Lobi deyim yerindeyse, onun enerjisiyle ışıldadı. Bıcır bıcır, hızlı konuşan, hemen kaynaşan biri. Ekranın taze kanlarından. Sohbet ettikçe beni şaşırtıyor. Bir yandan sosyal medyada uçup kaçarken, bir yandan depresif şiirler yazdığını anlatıyor. Henüz 22 yaşında olan Dilan Çiçek Deniz'in üzerinde dokuz yıldır öyle ya da böyle iş hayatında olmanın verdiği bir hal var. Kendisi bunu "Ruhum yaşlı" diye tanımlasa da, ben erken gelen olgunluk olarak yorumluyorum. Bakalım siz nasıl yorumlayacaksınız:
- 22 yaşındasınız henüz. Hayatın en güzel ama bir o kadar da zor dönemi, hayaller kurulur, endişeler korkutur... Siz nasıl hissettiğiniz bir dönemdesiniz?
- Mutlu olmak en büyük hayalim. Hani 22 yaşındaki bir kızdan, gece çıkması, eğlenceye doymaması beklenir ya, ben öyle değilim. Evde dizi izliyorum, kitap okuyorum. Bunlar daha keyif veriyor bana. Bu yüzden ruhum olgun galiba... Bir yere gidip caz müzik dinlemeyi daha çok seviyorum. Sağlıklı yaşamak, kendime dikkat etmek önceliklerim arasında. Spor olmazsa olmaz...
- 13 yaşından beri çalışıyorsunuz. Olgun hissetmeniz normal... Neden o kadar erken başladınız çalışmaya?
- Modellik yapmaya başladığım yaş o. Haliyle para kazanmaya başlamıştım o dönemde. Annem ve babam öğretmen, maaşları belli. Onlara da katkı sağlıyordum. Bazı isteklerimi kendi başıma karşılamak hoşuma gidiyordu. Bir şey istiyordum, annemden isteyemeyeceğim bir şey olduğunda kendim alıyordum, kiraya katkı sağladığımda hoşuma gidiyordu. İlk yurt dışı seyahatimi bile kendim kazanarak yaptım. 17 yaşımdaydım, gemide çalışarak bazı ülkeleri görme fırsatı çıktı. Çalıştım o gemide, sabah 05.00'te kalkıyordum, temizlik yaptım, yemek yaptım... Ama o arada Almanya ve Fransa'yı gördüm.
- Ailenizden söz açılmışken, ilginç insanlar olduğunu anlıyorum sizinle ilgili çıkan röportajlardan okuduğum kadarıyla... Sizi en çok hangisi etkiler? Anneniz mi, babanız mı?
- İkisi de... İkisi de kendine özgü ve enteresan insanlar. İkisi de farklı branşlarda öğretmen, babam coğrafya, annem edebiyat öğretmeni. Babam ayrıca çok uzun süre çocuk esirgeme kurumunda çalıştı, bu yüzden kurumdan çok arkadaşım vardı. Okul çıkışlarında çocuk esirgeme kurumuna giderdim, servis beni oraya bırakırdı. Kimsesi olmayan çocuklarla büyüdüm. Yılbaşlarını birlikte kutladık, ilk bilgisayar geldiğinde kuruma birlikte öğrendik, sosyal gezilere birlikte gittik. Annem ve babam emekli oldu, ayrılar şu an. İkisi de doğa âşığı. Babamın Asi Yaban Keçileri diye bir yürüyüş grubu var. Annem de Nirvana diye bir sanat kampı kurdu. Likya Yolu'nu üç ayda tek başına yürüdü.
- Siz de özgür ruh musunuz anneniz gibi?
- Aslında özgür ruhum ama içine kapanık bir özgür ruh... Sakinim. Gezmeyi çok seviyorum, güzel yemekler yemeyi çok seviyorum ama çılgın şeyler benden uzak.
BEŞ GÜN TEK GÖZÜM MOR OKULA GİTTİM
- Tüm yazı Los Angeles'ta geçirdiniz. Neler yaptınız orada?
- İki ay kaldım. American Academy of Dramatic Arts'da oyunculuk eğitimi aldım. İki yıllık eğitim de alabiliyorsunuz, hızlandırılmış yaz eğitimleri de. Oraya kabul görmek için bir başvuru hazırladım. Ve kabul edildim. Dünyanın dört bir yanından insanla birlikte eğitim aldık. Dört kız aynı evde yaşadık. Ev arkadaşlarım İngiliz, Kolombiyalı ve Alman'dı. Hayatımın hiçbir döneminde böyle bir ev arkadaşlığı deneyimim olmamıştı. Çok öğreticiydi.
- Zaten Türkiye güzeli seçilmiştiniz, iki önemli dizide de rol almıştınız. İşin en önemli aşamasını atlatmışsınız. Neden böyle bir eğitime ihtiyaç duydunuz?
- Eğitim aldığım okuldakiler de şaşırdı sizin gibi. Oraya giden herkes, kendi ülkesinde ya da Amerika'da bir dizide, filmde rol alma derdinde. Niye eğitim almaya geldiğimi algılayamadılar. Çünkü öğrenmeyi çok seviyorum. Oyunculukta ilerlemek için, "Tamam nasılsa işler geliyor" diye seremem. Kendimi geliştirmem gerektiğini düşünüyorum. Çünkü kendimi iyi hissettiğimde daha iyi oynuyorum ve biliyorum ki hiçbir zaman yeterince şey bilmeyeceğim.
- O eğitim sırasında sizi şaşırtan şeyler oldu mu?
- Her aşaması farklı bir deneyimdi. Mesele Edward Allan Baker'ın Dolores isimli oyununu sahneleyecektik ve ben de Dolores'i oynuyordum. Hocamız her sabah karakterimiz gibi gelmemizi istedi. Dolores kocasından şiddet gören yorgun bir kadındı. Ben de her sabah 05.00'da kalkıp, gözümün tekini morartıp, yıpranmış kıyafetler giyip 08.30'daki derse gidiyordum. Bir buçuk ay boyunca haftanın beş günü böyle geçti. Bunun dışında birçok eğitim gördüm, psikolojik olarak da sarsan deneyimlerdi.
ŞİİRİM GELDİ, ANNE KALK
- Sosyal medya olmazsa olmaz mı sizin için? 840 bin takipçiniz var, epey ciddi bir rakam.
- Çok seviyorum. İnsanların isteklerine de cevap vermeye çalışıyorum. Bizim neslin en önemli hobisi sosyal medya. Şu anda dünya orada dönüyor. Herkesin CV'si de orada. Hayatı da...
- Bir yandan da üniversitede karşılaştırmalı edebiyat okuyorsunuz. Neden böyle bir bölüm?
- Annem edebiyat öğretmeni, küçük yaşımdan beri edebiyatı onun da etkisiyle çok seviyorum. Küçük yaşta şiir yazmaya başladım. Annemi sabahları, "Anne çişim geldi" diye değil "Şiirim geldi" diye uyandırırmışım. Japon Haiku tarzı kısa ve vurucu şiirler yazıyordum. Sonra 15 yaşıma geldiğimde annem şiirlerimi Şükrü Erbaş'a okuttu. Bir yayınevine yolladı ve 15 yaşımda bir şiir kitabım çıktı. O yaşta TÜYAP'ın fuarlarına katıldım. İkinci kitabımı çıkarmak için vakit yaratmaya çalışıyorum çünkü hâlâ şiir yazıyorum. Bu ikinci kitabın şiirleri Tezer Özlü, Mine Söğüt tarzında...
- En sevilen şiiriniz hangisi, okur musunuz bize?
- Ödül aldığım bir şiirim var. Şimdi de şiir yazıyorum, bazen yazdığım şeyden çok etkilenip tüm gün ağladığım oluyor. Kötü bir durumun içindeymiş gibi hayal edip, yazmaya başlıyorum.
- Sizin hayatınız şiirsel mi?
- Sürekli değil ama ara ara oluyor. Sürekli olsa çok sıkıcı olurdu zaten.
- Edebiyatta "Keşke o olsaydım?" dediğiniz biri var mı?
- Keşke o olsaydım diyemem ama Sylvia Plath'ı çok seviyorum.
- Plath olmayın zaten, sonunuz çok kötü olurdu...
- Kesinlikle (gülüyor). Dokuzuncu sınıfta bir sunum hazırladım Sylvia Plath hakkında. Sunuma başlarken, öğretmenin masasına süt ve kurabiye koydum. Küçük küçük yemeye başladı öğretmenimiz. Anlatmaya başladım, "Sylvia Plath iki çocuğunun odasına süt ve kurabiye koydu, kapıyı kapatıp bantladı. Kafasını fırına sokup intihar etti..." Öğretmenimizin ağzında kurabiye tıkılı kalmıştı.
İKİ KEZ ÇIKAN OMUZUMU KENDİM TAKTIM
- Güzellik yarışmasını oyunculuğa geçiş yapabilmek için bir araç olarak kullandığınızı hissediyorum. Yanılıyor muyum?
- Aslında 13 yaşımdan beri modellik yapıyordum. Aynı zamanda belediye konservatuvarında tiyatro eğitimi alıyordum. 17 yaşımda oyunculukla ilgili ilk ödülümü liselerarası tiyatro yarışmasında almıştım. Miss Turkey olmak çok gurur verici elbette ama bir yanıyla da bir kapıydı benim için. Çünkü herkes bir şey olmak istiyor, ben de. Bu yolu tercih ettim. Ama bu önyargıdan da nefret ediyorum. Çünkü güzelliğin arkasına saklanmıyorum, kendimi geliştirmek için çok çabalıyorum. Yarışmadan gelip, çok iyi oyuncu olarak ismini yazdıran isimler de ilham veriyor. Oyunculuk hep içimdeydi. Daha yedi yaşımdaydım annem, Neil Simon'un oyunlaştırdığı Anton Çehov'un Sevgili Doktor'unu sahneliyordu öğrencileriyle. Ben de kelimesi kelimesine ezberlemiştim oyunu. Seviyordum bu işi.
- Sizin güzellik diye tanımladığınız şey ne?
- Kesinlikli bir klişe olacak ama iç güzellik. İnsanın ruhunun güzelliği dışına yansıyor. Herkes ışığıyla, her haliyle belli ediyor güzelliğini. Ailem hep önce iyi insan olacaksın diye büyüttü beni.
- Sizinle ilgili bilmediğimiz ne var?
- Omuzum çıkar durup dururken. Bugüne kadar altı kez çıktı. En son uyurken çıktı. Ameliyat olmam gerekiyor ama erteliyorum. İki kez kendi kendime taktım, diğerlerinde doktora gidiyorum. Çok acılı bir süreç. Hipermobilitem var, tüm kaslarım esnek, bakın size bir freakshow yapayım (başparmağını içeri kıvırarak esnekliğini gösteriyor).
İşte o ödüllü şiir
AHŞAP ÇOCUK
vernikle melekleri boyadım
kusursuz meleklerin yüzleri
milyonlarca ölü çocukların
rengiydi
vernikle boyadılar
masum yüzümü
hayat taşıyan
ölü bir çocuktum
vernikle
boyadım
bir
kadını
hamile kaldı ahşap çocuğa
vernikle boyadım ahşap çocuğu
annesi parlaktı
Dilan Çiçek Deniz
(Akdeniz Lisesi)