Bodrum Müzik Festivali için geldiğimiz Bodrum'da öğle saatlerinde kaldığımız otelin kafesine iniyoruz. Yan masada üç kişi oturuyor. İçlerinden biri dikkatimizi çekiyor. Bikinisinin üzerinde giydiği jean şortu, parmak arası terliği ve beyaz atletiyle sıradan bir genç kadından farksız.
Masadakilerle sohbet ediyor, şakalaşıyor. Biraz daha dikkatli baktığımızda genç kadının Alice Sara Ott olduğunu fark ediyoruz. Piyanosunun tuşlarına parmaklarını değdirir değdirmez sizi büyülü bir yolculuğa çıkan piyanistin ta kendisi. Tanışmayı çok istesek de akşamki performansı öncesi rahatsız etmemenin daha doğru olacağına karar veriyoruz.
Uluslararası D-Marin Klasik Müzik Festivali'nin 12 yıllık mirasını devralan Bodrum Müzik Festivali, aynı günün akşamı Alice Sara Ott'un Rengim Gökmen yönetimindeki Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası eşliğinde verdiği konserle açılıyor.
Klasik müziğin mesafeli duruşuna tezat bir piyanist olan Ott, üzeri pullarla işlenmiş beyaz elbisesiyle sahneye çıksa da ayakları her zamanki gibi çıplak. Kendisiyle geçen yıl yaptığım röportajda neden sahneye ayakları çıplak olarak çıktığını şöyle açıklamıştı: "Kendinizi müziğe açabilmek için rahat olmalısınız. Çıplak ayakla kendimi daha rahat hissediyorum."
28 yaşındaki Japon asıllı Alman piyanist, DÇSO ile Çaykovski'nin 1. Piyano Konçertosu'nu çalarken bizi de her zamanki gibi duygu dolu bir yolculuğa çıkarıyor. Şanslıyız çünkü piyanosuyla ilişkisinde aşkın ağır bastığı günlerden birine denk gelmişiz belli ki. Zaman zaman piyanosuyla kavga ettiğini söylese de bu kez gerilimden eser yok sahnede.
SEYİRCİLERİ İZLİYOR
Onu dinlerken gözümüzün önüne kendini sözlü olarak ifade etmekte güçlük çekerken müziğin büyülü diliyle tanışan üç yaşındaki küçük Alice geliyor.
Bodrum sıcağının yüzündeki izlerini kolunun tersiyle siliyor sık sık. Sıcak zorladıkça alnını kaplayan kahküllerini nefesiyle havalandırıyor.
Verdiği kısacık aralarda gözlerini seyircinin üzerinde gezdiriyor. Çünkü onu en çok müziğin seyirci üzerinde uyandırdığı duygular, gülümsemeler ve gözyaşları mutlu ediyor.
O gece Alice Sara Ott'un klişelerden, tabulardan uzak tavrıyla sıra dışı bir müzisyen olduğuna bir kez daha tanık oluyoruz.
Festivalin ikinci günü Fransız soprano Emma Shapplin var bu kez sahnede. Bembeyaz tuvaletiyle bir kuğudan farksız.
Kendisine Cemi'i Can Deliorman yönetimindeki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşlik ediyor. Opera ve rock müziği birleştiren, Ortaçağ İtalyancasını Fransızca ve İngilizce ile harmanlayan müzisyen Carmine Meo ve Etterna albümlerinden şarkıları arka arkaya seslendirerek seyircileri mest ediyor.
Shapplin her şarkıya sanki elleriyle hazırlanıyor. Kollarını açıyor, ellerini birleştiriyor... Zaten şarkıya başladığında da kolları birer kanada dönüşüyor ve sanatçının gökyüzündeki yolculuğu başlıyor.
Shapplin, Ott'un aksine alnında biriken teri belli belirsiz hareketlerle siliyor, hasta olmasına rağmen çektiği sıkıntıyı dinleyicilere hissettirmemeye çalışıyor.
Şarkı aralarında zarif bir hareketle öne eğilip selam veriyor. Ezan başladığında ise konsere ara verip ezanın bitmesini sessizce bekliyor. Bu hareketi alkışlarla karşılanıyor. Emma Shapplin bir kuğu gibi geldiği sahneyi aynı şiirsellikle terk ediyor.
KONUŞMAK YOK ALKIŞLAMAK SERBEST
Bu yıl 13'üncüsü düzenlenen festival, Doğuş Grubu'nun Doğuş'tan İyi Bir Gelecek başlıklı sosyal sorumluluk vizyonunun bir parçası. Festivalin tüm geliri Tohum Otizm Vakfı ile Bodrum Sağlık Vakfı'na bağışlandı.
Festivalin sıkı bir takipçi kitlesi var. Seyirciler arasında 13 yıldır hiç aksatmadan gelenlere rastlıyoruz.
Seyirciler konser sırasında konuşma ve telefonla çekim yapma konusunda çok hassas. Daha telefonu elinize alırken arkadan bir el omzunuza dokunup kayıt yapmanın yasak olduğu uyarısında bulunuyor.
Şef Rengim Gökmen klasik müzik seyircisinin alkış konusunda çok coşkulu olduğunu anlatırken ilk günkü alkışları biraz zayıf bulduğunu itiraf etti.
Festival boyunca canla başla çalışan gençler, konserlerin ardından kapıda durup seyircileri alkışlarla uğurladı. Oysa ki en büyük alkışı onlar hak ediyordu.