Uyu, uyan, kalk yüzünü yıka, giyin, kahvaltı et, evden çık, trafikle cebelleş, işe git… Neredeyse her gün aynı şeyleri yapıyoruz… Sevdiğin işi yapıyorsan bu rutin durum, bir derece kabul edilebilir tabiii… Ama ya bir de sevmediğin bir işte çalışıyorsan?
O zaman bütün bu rutin, bir çeşit zulüm olarak karşımıza çıkıyor. Ayaklar geri gidiyor, işe geç gitmek ya da o gün gitmemek için türlü bahane üretiliyor...
Yaptığınız şeyler bir zaman sonra alışkanlık haline getirdikçe bir de bakıyoruz ki işin eğlenceli, keyifli kısmından eser kalmamış. Yaptığımız işi görev gibi algılayınca maalesef o işle ilgili her şey de zorlaşıyor ve gözümüzde büyümeye başlıyor. Dolayısıyla verim de aynı oranda düşüyor.
BİR YERLERE GELME ÇABASI
Son zamanlarda iş arayanlara ve çalışmak isteyenlere baktığımda aslında çalışmak yerine kendi istediklerini yapmak, işi anlamak ve uygulamak yerine, bitirilmesi gerekenleri otomatik olarak bitirip, kendinden birşey katmadan bir an evvel bir yerlere gelme çabasıyla karşı karşıya geliyorum.
Günümüzde özellikle de yeni jenerasyon göz önünde bulundurulduğunda, asistanlıkla başlayanlar bir iki ay içinde o işin başında olmayı hedefliyor.
Bu durum moda dünyası için olduğu kadar diğer sektörlerde de aynı… Mesela eskiden bir dergide yıllarca asistanlık yapılır, deneyim kazandıktan sonra moda ya da stil editörü ünvanına sahip olunurdu.
Tabii ki hala kendini işine adamış şekilde çalışanlar var. Ancak genel olarak iş yaşamına baktığımda her sektörde bir yılmışlık, miskinlik ve durumu kendi çıkarlarına göre manipüle etme olayı söz konusu. Tabiri caizse işi 'işine geldiği' yapmak artık trend.
ZANAATKAR YETİŞMİYOR…
Bir işi kariyer olarak benimseyip o işte ustalaşmak için emek sarfetmek, zaman ayırmak ve ilgilenmek çok eskilerde kalmış gibi… Eski zamanlarda yaşanan usta-çırak ilişkisi artık pek göemiyoruz… Hani hep diyoruz ya artık zanaatkar yetişmiyor diye, işte sebeplerinden biri de bu kısa sürede işi rutinleştirip ve işin başına geçme ve bir anda 'ben oldum' deme durumu… Belki hayatı aynı rutinlikte yaşamaktan vazgeçsek ve bu otomatiğe alıp gitme durumundan vazgeçsek karşımıza çok farklı şeyler çıkacak. Ya yaptığımız işte sebat etmeyi, her gün yeni bir şeylerle kendimizi beslemeyi ve ufak tefek oyunlarla, ilgi alanınıza giren konular veya kişilerle kendimizi beslemeliyiz ya da ciddi bir değişikliğe izin vermeliyiz.
Bir değişikliğe izin verdiğimizde ve yaşadığımız güvenlik alanından sıyrılıp duygusal bağımlılıklarımızın farkına vardığımızda aynı zamanda karşımıza çıkan bazı deneyimleri doğru değerlendirdiğimizde ve sorunu sorun olarak görmeyi bırakıp çözüm aramaya başladığımızda işin rengi de aynı ölçüde değişmeye başlıyor.
Tüm bunları düşünürken, tüm dünyaya teknoloji konusunda liderlik eden Amerika'da el işi her şeyin ne kadar önemsendiği geliyor aklıma… İnsanların el becerileriyle yaptıkları ürünler, şu sıralar Amerika'da oldukça revaçta...
İnsan sadece bu örneği düşündüğünde bile yaptığı işte ustalaşmanın önemini, zanaatkar yetişmenin ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu ve her birimizin bulunduğumuz işte birer 'usta' olabilmek için sebat etmemiz gerektiğini anlıyor.
Seçim şansı bizim elimizde. Üretip beslemek ve beslenmek mi yoksa olduğumuz yerde durup rutinin ve hırslarımızın akışına kendimizi bırakmak mı?