Açık
büfe davetlerde ellerinde tabaklarıyla yemek kuyruğuna girenlerin çorba tenceresini pas geçip bir an önce et yemeklerine ilerlemesine bakarak karar vermeyin; çorba insanoğlunun en geleneksel, en sevilen yiyeceklerinden. Google'a 'çorba' yazıp arama tuşuna basıyorsunuz, çıkan sonuç size fikir veriyor: Google'da tam 2 milyon 550 bin Türkçe belgede çorba kelimesi geçiyor. Tatlı hakkında 18 milyon 100 bin belge olması ise çorbayı küçültmez, olsa olsa günümüz insanının tatlı bağımlılığını gösterir.
Halk kültürü araştırmacısı Zümrüt Nahya ülkemizde tüketilen 893 çorbayı il il saptamış ve sınıflandırarak yayınlamış. Arşivleri tarayarak çorbaları kayda geçiren Nahya, "Acaba mutfağında bu kadar çeşitli çorba pişiren kaç ülke vardır?" diye soruyor. Almanya'da faaliyet gösteren Çorba Enstitüsü daha geniş bir araştırmayla dünyada tam tamına 1325 çeşit çorba olduğunu belgelemiş. Çin'in kırsal kesimlerinde yaklaşık bin civarında çorbanın daha listeye katılabileceği de not etmiş. Bu durumda Çin'in ardından çorba kültürü en gelişmiş ülkeler arasında başı çektiğimizi söyleyebilirim. İnsanoğlunun çok eski çağlardan bu yana bildiği, yediği yemek türü çorba. Ama bundan 11 bin yıl önce Mezopotamya'da toprak kapların bulunması çorba pişirme sanatında devrim yaptı. Tahıllı, sebzeli çorbalar o dönemlerde sofraları şenlendirdi. Güneydoğu Anadolu bölgemizi de kapsayan anavatanından Mısır ve Yunanistan üzerinden Avrupa'ya ulaştığında, çorba, kendi kültürünü çoktan yaratmıştı. Çatal bulunmadan çok önce kaşık sofralara yerleşmiş, çorbanın can yoldaşı olmuştu.
Rönesans dönemi çorba kültüründe önemli bir devrim yarattı. Artık temel öğe et suyuydu. Yumurta, badem püresi ya da ekmek kırıntısıyla koyulaştırılıyordu. 17. yüzyılda bunlara unla yapılan 'terbiye' ve krema da eklendi ve kremamsı çorbalar zengin çeşitler arasında yerini aldı.
Ama çorba uzun süre yoksulların yiyeceği sayılmış, dudak bükülmüştü. Öyle ki, 19 yüzyılda ünlü şeflerden bazıları menülerinden çorbayı çıkarmaya bile kalktı. Bu tartışmalara ünlü mutfak filozofu Grimod de la Reynière tarihe geçen şu sözlerle son noktayı koydu: "Bir binanın kapısı neyse, yemekte çorba odur. Bir operanın uvertürü gibi, az sonra geleceklerin ipuçlarını hissettirir."
Her ne kadar İngiltere Kraliçesi kendi katıldığı resmi davetlerde menüden çorbayı kaldırsa da, bu onun çorba sevmediğini göstermiyor.
Bunun ardında, eli titreyen birçok kişinin ortak sorunu yatıyor; kraliçe, aile mücevherleriyle donanmış dekoltesine çorba sıçratarak paparazzilere malzeme olmak istemiyor. Bir menüde en çok ilk ve son yemek akılda kalır. Bu nedenle günümüzde aşçılar çorba ve tatlılara özel ilgi gösterir.
Koyu çorbalar çorba tabağında, sulu çorbalar ise kulplu kaselerde ya da fincanlarda servis edilir; böylece başa dikilerek içildiğinde üzerine sıçratma tehlikesi en aza indirgenmiş olur. Ama eğer yazlık soğuk çorba değilse, bütün çorbalar "ılık" değil, kesinlikle sıcak servis edilir.
Uzmanlar ev çorbaları üzerine psikolojik bir araştırma yapmış, sıcak aile ortamı, kuşaktan kuşağa aktarılan gelenek gibi değerleri yansıttığını saptamış. Sözgelimi büyükannenin toga çorbası ya da restoranda yenen ıstakoz çorbası gibi belirli çorbalar belirli ortamları çağrıştırıyormuş.
Ben bunlara bir başka şartlanma faktörünü ekleyeceğim. Ne zaman dışarıda kar atıştırsa, kış günü yoğun trafikte boğuşarak işten eve kapağı atsam, yiyeceğim yemekleri aklımdan geçirdiğimde, çorbada takılır kalırım, bir sonraki çeşide bir türlü atlayamam.
Şimdi, yazının sonuna ulaştığımda, az sonra kaşıklayacağım sımsıcak çorba içimi ısıtıyor, daha şimdiden ruhumu ve bedenimi dinlendiriyor.