Sanat eleştirmenliğinin belki de en temel düsturu sanatçıya değil, sanata itimat etmektir. Yani herhangi bir çalışmanın ana fikrini, anlatmak istediğini veya genel olarak özünü tam olarak idrak etmek için yaratıcısının söylediklerine değil, eserin kendisine bakmak gerekir. Sanatçılar, özellikle yaratma sürecinde pek çok olaydan etkilenir: Bulundukları ortam, içinde oldukları psikoloji veya yaşadıkları zamanın ruhu (
Zeitgeist) gibi düzinelerce etken onlar için bir anlamda ilham perisi olur. Örneğin, Ernest Hemingway, T.S. Eliot ve F. Scott Fitzgerald tabii ki insanlık tarihinin en büyük edebiyatçılarındandırlar. Fakat
Silahlara Veda, J. Alfred Prufrock'un
Aşk Şarkısı ve
Muhteşem Gatsby sadece yazarlarının kabiliyetinin değil, onların bir parçası olduğu Kayıp Nesil zamanlarının da bir yansımasıdır. Bu üç dâhinin çağdaşı ve arkadaşı Ezra Pound'un da söylediği gibi "Sanatçılar, bir milletin antenleridir." Hayat sanatçıya içten ve dıştan tesir eder; sanatçı da yaşadığı etkiyi eseriyle somutlaştırır. Terzi kendi söküğünü dikemez derler ya; sanatçı da kendi eserinin anlamını, her zaman olmasa da, büyük çoğunlukla söyleyemez, bütün resmi göremez (Bu da sadece sanatçılara değil, bütün insanlığa özgü bir kusurdur). Ne der Ziya Paşa'nın ünlü beyiti: Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde. Söze böyle dolambaçlı yoldan girmemin bir sebebi var. Bu hafta üçüncüsü ve söylenene göre son bölümü gösterime giren
Felekten Bir Gece serisi, yüzeyde gayet basit filmlerden oluşuyor. Hollywood endüstrisinin bir ürünü olarak da temel amaçlarının yapımcılarına para kazandırmak olduğu gayet açık ortada. Zaten ilk film gişede başarılı olmasaydı devamı da gelmezdi. Burada para için yapılan bir filmin otomatikman sanatsal değerden yoksun olduğu gibi bir saçmalığı filan da savunmuyorum. Michelangelo da Sistine Şapeli'nin tavanını Katolik Kilisesi'nin yüzü suyu hürmetine değil, Papa II. Julius'un siparişi üzerine resimlendirmişti ne de olsa.
Fakat Felekten Bir Gece'nin de tüm zamanların en iyi filmleri listesine girmek gibi saygıdeğer bir niyeti yoktu. 2009'da gösterime giren
Felekten Bir Gece, yetişkinlere yönelik bir komediydi ve işini de büyük bir başarıyla yapıyordu. "Bir önceki filmdeki olanların dozajını artır, ısıt, izleyiciye sun," mantığıyla yapılan 2011 tarihli devam filmi rezaletti ama muazzam gişe hasılatı, Hollywood ekonomisinin dikte ettiği gibi üçüncü filmin yapılmasını kesin kıldı. Üç uyumsuz kafadardan oluşan 'kurt sürüsü'nün, yanlış zaman, yanlış yer ve yanlış insanlarla yaşadığı komik maceraları anlatan filmlerin hikayeleri de basitti. Yönetmen Todd Phillips'le başrollerdeki Bradley Cooper, Ed Helms ve Zach Galifianakis'in, tanıtım aşamasında gazetecilere anlattıkları da ("Çekimlerde çok eğlendik," "Filmleri her zaman bir seri olarak düşündük," vs) basmakalıp cümlelerden oluşuyordu. Yani seriyi oluşturan tüm unsurlar teker teker ele alındıklarında bir özellik içermiyorlardı.
ÇAĞIMIZIN FİLM SERİSİ
Felekten Bir Gece III'e girerken bunları hiç düşünmüyordum. Komedi devam filmlerinin azalan verim kanunundan yola çıkarak 'kurt sürüsü'nün son macerasının pek de komik olmayacağını beklemek dışında aklım pek fazla bir şeyle meşgul olmuyordu. "Daft Punk'ın albümünü MP3 çalarıma yüklemem lazım," diye kendi kendime bir hatırlatma yapmış olabilirim. Hatırlamıyorum. Ama film bitince ne düşündüğümü çok iyi hatırlıyorum:
Felekten Bir Gece, çağımızın film serisi. Seri, modern kapitalist toplumdaki bireysel bencilliğin adeta aynası. Zaten ilk filmden beri gördüğümüz karakterlerin hiçbiri, klasik anlamda iyi insanlar değil. Bu yüzeysel bir iticilikten çok kahramanların benmerkezci bakış açılarından kaynaklanıyor. Bu karakterler için kendi varlıkları her şeyden önce geliyor. Garip bir solipsizm (tekbencilik) aslında içinde oldukları: Varoluşlarının dış dünyadan önemli olduğunu düşünmüyorlar sadece. Onlara göre kişisel varoluşları dünyayı da var ediyor. 'Kahramanların' tekbencilikleri, onları tüm evrene karşı sorumsuz kılıyor. Bu sebepten dolayı belki üç filmin en büyük ortak yönü, yıkım motifi: Canlılar ölüyor, arabalar patlıyor, binalar yıkılıyor. Karakterler ısrarla, bireyin kendisine ve topluma karşı yerine getirmesi gereken doğal yükümlülükleri hiçe sayıyor. Yönetmen Phillips,
Felekten Bir Gece filmlerinde hayata, lensleri sinizmle bulanmış gözlüklerle bakıyor; bu da izleyenin ağzında pis bir tat bırakıyor. Modern insanın hayatı gibi bu filmler de felsefi çıkmazlar silsilesi. İkinci filmde bu üç çirkin Amerikalının, Asya'da bir yerde mahşer yaratması, kavga üstüne kavga çıkarması, neredeyse koca şehri yerle bir etmesi, Amerikan dış politikasının istemeyerek yapılmış bir dışavurumuydu adeta. Bunun yanında film, insanların hiçbir zaman değişmeyeceğini; yedisinde neyse 70'inde de aynı kalacağını iddia ediyordu. Bu sebepten dolayı da, karakterlerin başına gelenlerin bir önceki filmle neredeyse aynı olması filmi, yine istemeden, sinematik bir Ouroboros (kendi kuyruğunu ısıran yılan) haline getiriyordu. Yani ikinci filmin belki de asıl leitmotifi, Schopenhauer'in 'Sonsuz Dönüş' felsefesiydi. Üçüncü filmdeyse çember kapanıyor. Yüzeyde karakterler, diğer iki filmde yaptıklarının cezasını çekiyorlar. Bu bakış açısıyla filme, Jeremy Bentham veya John Stuart Mill'den etkilenmiş faydacı bir etik anlayışının hakim olduğu düşünülebilir. Bu durumda, karakterlerin bencilliğin ne kadar yanlış olduğunu fark edecekleri bir 'kahraman yolculuğu' gerekir. Fakat böyle gelişim yok. Tersine, 'kurt sürüsü'nün kolektif bencillikleri onları sadece haz aramaya itiyor. Etikten arınmış bir hedonizm onları yöneten. Yakıp yıktıkları mallar, etrafa verdikleri zarar, insanlara çektirdikleri acı... Bunlar, serinin karakterleri için hiç önemli değil. Varsa yoksa kendileri, aldıkları haz. Dedim ya: Çağımızın film serisi.
*
THE HANGOVER III Felekten Bir Gece
The Hangover Part III
Yönetmen: Todd Phillips
Oyuncular: Bradley Cooper, Ed Helms, Zach Galifianakis, Justin Bartha
Yapım: ABD