Ünlü yönetmen Trevor Nunn, Rodgers ve Hammerstein'in efsanevi müzikali
Oklahoma!'yı 1999'da Londra'da sahneye koymadan önce, provalarına ilginç bir metotla başlar ve oyuncularından, müzikaldeki tüm şarkıları diyalog gibi okumalarını ister. Kastın şarkılara olan hâkimiyetini en üst seviyeye getirmek dışında bu yöntemi kullanmasının bir amacı daha vardır. Nunn, oyuncularına "Karakterler oyunun sonunda her şeyin çok güzel olacağı bir geleceğe adım attıklarını zannediyorlar ama unutmayın, yirmi sene sonra yine aynı insanlar
Gazap Üzümleri'ndeki karakterlere dönüşecekler," diye talimat verir. Benzer bir kaçınılmazlık ve çaresizlik, F. Scott Fitzgerald'ın klasikleşmiş romanı
Muhteşem Gatsby'nin yeni sinema uyarlamasına da hâkim. Hem yeni hem de eski zenginlerle dolu Long Island; onların paralarıyla vurgunculuk yapan borsa simsarlarının şehri Manhattan ve ikisinin arasında kalmış ama aslında Long Island ve Manhattan'ın üstüne inşa edildiği endüstri çöplüğü Küller Vadisi, Amerikan kapitalizmini oluşturan bir troyka gibi sunulmuş. Fakat seyirci olarak biliyoruz ki Caz Çağı'nın şaşaası da sonsuza kadar sürmeyecek ve sadece yedi yıl sonra gelecek Büyük Buhran'la karakterler Amerikan rüyasından uyanacaklar. Bu yeni Babil'in çökeceğini bildiğimizden, karakterlerin davranışlarını da yargılayıcı bir gözle izliyoruz.
ROMANI YANLIŞ YORUMLUYOR
Muhteşem Gatsby, 20. yüzyıl Amerikan edebiyatının mihenk taşlarından biridir. Ondan da öte, aşk için kendini yeniden yaratan Jay Gatsby'nin öyküsü, tüm zamanların en iyi trajedilerindendir. Kariyerini kitsch bir anlayış üzerine kurmuş Baz Luhrmann gibi bir yönetmenden, bu inceliklerle dolu şaheserin hakkını vermesini beklemek zaten hata olurdu. Fakat yönetmenin romanı bu kadar yanlış yorumlayacağını da hiç düşünmezdim. Luhrmann'ın uzun yıllardır birlikte çalıştığı Craig Pearce'la yazdığı senaryo,
Muhteşem Gatsby'yi trajedi değil, melodram olarak yorumluyor. Fitzgerald'ın romanı, gerçekçi bir modernizm başyapıtıdır. Luhrmann'ın filmiyse ucuz bir postmodern ironi patlaması. Bu anlamsal ucuzluk, perdeye yansıyan cümbüşle müthiş bir tezat uyandırıyor. Baz Luhrmann, hikâyeyi 1922 New York'unda unutamayacağı bir yaz sonrası kendini tımarhanede bulmuş Nick Carraway'in (Tobey Maguire) tedavi sürecinde yazdığı hatıraları olarak çerçeveliyor. Bu yaklaşım da filme ister istemez ahlaki bir bakış açısı kazandırıyor. Borsacı olmak için New York'a gelen Nick, Long Island'daki kurmaca West Egg semtinde sahile yakın bir ev kiralar. Karşı kıyıdaki East Egg'de kuzeni Daisy (Carey Mulligan) ve üniversiteden arkadaşı Tom Buchanan (Joel Edgerton), devasa evlerinde yazı geçirmektedirler. Daisy yüzeyde mükemmel olsa bile Tom onunla yetinmemekte ve Küller Vadisi'ndeki araba tamircisi George Wilson'ın (Jason Clarke) karısı Myrtle'la (Isla Fischer) bir ilişki yaşamaktadır. Bu arada Nick'in yan komşusuysa, her cumartesi verdiği devasa partilerle tanınan, gizemli milyoner Jay Gatsby'dir (Leonardo DiCaprio). Nick, Gatsby'yle arkadaş olur ve onun yıllar önce Daisy'ye aşık olduğunu, verdiği partilerin tek sebebinin bir gün Daisy'ye yeniden kavuşabilmek olduğunu öğrenir. Daisy ve Gatsby en sonunda Nick'in verdiği bir çay partisinde buluşurlar ve her zaman dendiği gibi olaylar gelişir.
BİR BOLLYWOOD ÖZENTİSİ
Bu basit öyküyü Fitzgerald, 1920'lerde ABD'nin yaşadığı yüzeyde zengin ama ahlaki olarak çöküş içindeki durumu eleştirmek için bir zıplama tahtası olarak kullanır. Yani stil Fitzgerald için önemli değildir aslında, önemli olan o stilin yardım ettiği anlamdır. Luhrmann ise anlama neredeyse hiç önem vermiyor. Varsa yoksa şaşaa. Gatsby'nin 3D teknolojisiyle çekilmiş partileri bir Bollywood müzikalini andırıyor. Bu sahnelerde keskin bir gözle yönetilmiş yalancı bir kaos var. Filmin yapımcılarından biri olan hip hop şarkıcısı Jay Z'nin süpervize ettiği günümüz şarkılarıyla bezeli müziklerse hikâyeye ayrı bir uzaklık katıyor. Hiçbir zaman filmin içine giremiyoruz.
Muhteşem Gatsby, gereksiz bir gösteriş kargaşası. Jay Gatsby'yi ilk gördüğümüz sahnede, Gershwin'in
Mavi Rapsodi'si eşliğinde havai fişekler patlıyor. Daisy ile beyaz saten perdeler havada uçuşurken tanışıyoruz. Küller Vadisi'ndeki küller her zaman havada uçuşuyor. Yani Luhrmann incelik bir tarafa, anlatmak istediklerini kalın ve büyük harflerle yazıyor, sonra da altlarını çiziyor. O da yetmiyor, fosforlu kalemlerle highlight ediyor. Kitabın en önemli sahneleri, Luhrmann'ın filminde iki fasl-ı şahane arasındaki noktalama işaretleri gibi kalmış. Çelimsizler, güçten yoksunlar. Karakterler birbirlerine geride kalan hayatlarını değiştirecek sözleri sanki hava durumundan bahseder gibi söylüyorlar. Luhrmann da zaten bu sahnelere gereken özeni göstermiyor. Varsa yoksa bir sonraki gösterişli enstantaneye geçmek için sabırsızlanıyor. Oyunculuklar genel olarak iyi ama Luhrmann'ın kalabalık anlatısında kayboluyorlar. Özellikle Leonardo DiCaprio belki de kariyerinin en iyi oyunculuğunu sergiliyor. Gatsby olarak çizdiği portre, Orson Welles'in Charles Foster Kane karakterini andırıyor. Böylece malikanesi de
Yurttaş Kane'deki Xanadu'ya dönüşüyor. DiCaprio gibi Mulligan ve Edgerton da rollerine tam anlamıyla bürünüyorlar. Ama, filmin şaşaası performanslarını gölgeliyor. İşte asıl sorun da bu zaten. Baz Luhrmann, Fitzgerald'ın kitabında kullandığı Daisy'nin iskelesindeki yeşil ışık veya Küller Vadisi'ndeki ilan panosu gibi metaforları gözümüze sokuyor. Kendisi de bir benzetme eklemiş. Arada bir göklere uzanan ama sonra İkarus gibi yere çakılacakmışçasına aşağı doğru salvo yapan kırmızı bir uçak gösteriyor. Vermek istediği mesaj sadece bariz değil hatta çocukça. Ve Luhrmann için önemli olan Gatsby'nin neden muhteşem olduğu değil, sadece muhteşem olduğu.
Muhteşem Gatsby **
The Great Gatsby
Yönetmen: Baz Luhrmann
Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Tobey Maguire, Carey Mulligan, Isla Fisher
Yapım: ABD, Avustralya