Bundan
15 sene önce, her cuma sinemaya gittiğim, beyazperdede haftada üç film seyrettiğim günlerde evde televizyon karşısında oturanlar sıkıcı ve heyecandan yoksun gelirdi bana. Şimdiyse tam tersine, yeni televizyon dizilerini seyretmek yerine sinemaya gitme fikri bana kötü geliyor. Bu durumu, en son gittiğim filmi onuncu dakikasında terk edip kendimi Lena Dunham'ın
Girls dizisinin ikinci sezonunu izlemek üzere eve attığımda idrak ettim. Başıma bir şey gelmeyecekse: Son zamanlarda televizyon dizileri ve filmleri sinemayı sollamakla kalmadı, ona birkaç tur bile bindirdi ve bindirmeye de devam ediyor. Benim gibi, üstelik evlerinde televizyonu bile olmayan pek çok kişi benzer bir haletiruhiye içinde. Televizyon artık bir cihazın değil, en iyi sinemacıların göç edip orada yeni diziler, filmler ürettikleri bir üretim sisteminin adı. Dizimax Comedy'nin ikinci sezonunu göstereceği
Girls'ün yaratıcısı Lena Dunham'ın 2010 tarihli
Tiny Furniture filmi gişede ilk haftasında yalnızca 20 bin dolar hasılat yapmıştı.
Girls dizisinin ilk bölümünü ise yalnızca Amerika'da 2 milyondan fazla kişi izledi. Adı ister HBO, ister Netflix, ister BBC olsun, cebinde para olan yapımcıyla kafasında fikirler olan Dunham gibi sanatçıların yeni buluşma yeri televizyon. Film yapımcıları izleyici anketleri, piyasa rakamları, gelir-gider hesapları gibi meselelerle yönetmenlerin içindeki yaratıcılığı öldürürken, televizyon kanalları halihazırda oluşmuş izleyici kitlelerine güvenerek yönetmenlere "Güç sende," diyor.
Sex, Lies and Videotape filmiyle Cannes'da 26 yaşında Altın Palmiye kazanan Steven Soderbergh de benzer şeyler söylüyor. Geçenlerde 50 yaşına basan Soderbergh "Sinemayı bırakıyorum," dediğinde herkes ağıtlar yakıp hüngür hüngür ağlamaya hazırlanmıştı. Oysa Soderbergh "Sinemada gösterilecek filmler çekmeyi bırakıyorum, yoksa dizi projeleri olursa çekerim," diyordu: film çekmeyi değil, sinemayı bırakmıştı yani. Analogdan dijitale geçiş kadar ciddi bir fenomenle karşı karşıya olabiliriz. Soderbergh ve Dunham örneklerini alın, David Fincher'ın on numara bir iş çıkardığı
House of Cards dizisinin yanına koyun. Ve şu soruyu sorun: Bu yönetmenler neden artık sinema salonlarını ve gösterim takvimlerini önemsemiyor?
New York Magazine'e verdiği söyleşide Soderbergh, efsanevi şarkıcı Liberace'ın hayatını anlattığı yeni filmi
Behind the Candelabra için film yapımcılarından 5 milyon dolar bulmaya çalıştığını, ancak Michael Douglas'ın başrolde olduğu filme kimsenin el sürmediğini anlatıyor. Yapımcılar bu parayı kurtarmak için gerekli sayıda bilet satamayacaklarını söylemişler Soderbergh'e: önüne istatistikler, araştırmalar koyarak hem de.
İYİ SEYİRCİ TV'YE GÖÇ ETTİ
"Benim sevdiğim tür filmlere alaka gösteren seyirciler televizyona göç etti," diyor Soderbergh. "Televizyon formatındaysa hoşlandığım şeyi yapıp bir konuya derinlemesine odaklanabiliyorum. Televizyonda 3.5 milyon insan bir diziyi seyredince bu başarı sayılıyor. Aynı izleyici sayısı sinema söz konusu olduğunda başarısızlık kabul ediliyor. Ben sinema filmlerinin artık kültürel olarak o kadar önemli olmadıklarını düşünüyorum." Soderbergh çoğumuzun iç sesine tercüman oluyor, burası açık. Bizler için hikayenin ana fikrini çıkarıyor: sinemanın tekinsiz, ne yapacağı meçhul, sürprizlerle dolu karakterleri artık televizyona göç ettiler. Yapımcıların sinema seyircileri arasında yaptıkları araştırmalar, 'müşterilerin' net karakterleri ve anlaşılır durumları tercih ettiğini ortaya koyuyor ne de olsa. Sinema artık
Lincoln gibi tarih derslerinin veya
Hansel ve Gretel gibi üç boyutlu masalların arenası. Daha çok derinlik, karakter ve gerçeklik arayan bizlere ise televizyonun karşısındaki kanepeye kıvrılmak, anne babalarımız gibi uzaktan kumandanın tuşlarına basmak kalıyor.
MAD MEN GİBİSİ SİNEMADA YOK
Son filmi
Acı Reçete'yle yakında sinema salonlarına konuk olacak Soderbergh'ün yeni projesi
Behind the Candelabra ise mayıs ayında HBO'da gösterilecek. Soderbergh bir dizi fanatiği olduğunu saklamıyor. En sevdiği dizileri sayarken
Breaking Bad, Mad Men, Girls ve
House of Cards'ın isimlerini veriyor ve "Bu dizilerin hepsi birer film gibi çekiliyor," diyor: "O bölümün yönetmeni kim olursa olsun uydukları estetik kurallar var, dizilerde en çok sevdiğim şey de bu."