Reis
Çelik, az ama öz filmle çabasını, inat ve enerjiyle sürdürüyor. 1996'daki
Işıklar Sönmesin, ardından gelen
Hoşçakal Yarın,
İnat Hikayeleri ve
Mülteci, onun kendine özgü sinemasının farklı yüzlerini gösterdi.
Lal Gece gelip onları bütünlüyor, hatta belki en iyisi bile denebilir. Genelde bir siyasal sinemacı sayılan Çelik, bu kez siyasete değil, gelenek eleştirisine ve ikiyüzlü ahlak anlayışını teşhire soyunmuş. Ama bu alanların en azından siyaset kadar önemli olduğunu kim yadsıyabilir? Film usta işi bir uzun bölümle açılıyor. Anlaşılan bir düğün vardır ve Anadolu düğünlerinin tüm özelliklerini içermektedir: Erkekler ayrı, kadınlar ayrı eğlenir, silahlar sıkılır, davullar çalar, çocuklar şımarır... Çelik bize ne damadı, ne gelini gösterir doğru dürüst... Merakımızı doyurmaz, bu bölümü gerçek köylülerin rol aldığı bir belgesele dönüştürür. Sonra dram başlar. Damatla gelinin gerdek odasında baş başa kalmasıyla birlikte... Damadı hemen görürüz: İlyas Salman'ın yaşlı ve hayli çirkin fiziğini taşıyan 60'larında bir adam... Ömrü hapislerde geçmiştir, çünkü çocuk yaşta aşiret düzeni veya feodal ahlak, ne derseniz deyin, işte o yapının namus bekçiliğine bulaşmıştır. Amcasının telkiniyle öz annesini öldürmüş, yatıp çıkmış, yine aynı amca ona bir cinayet daha işletmiştir. Yeniden çıkınca, onu öbür tarafın gencecik kızıyla başgöz ederek bir taşla iki kuş vurmak istemiştir hinoğlu hin köy halkımız...
SALMAN'I ÖVMEYE SÖZCÜKLER YETMEZ
Gelini ise uzun zaman görmeyiz. Reis Çelik, onun bir türlü kaldırmadığı duvağıyla, bizi tam bir gerilime sokar. Duvak kalkınca da tam bir şok yaşarız. Çünkü karşımızdaki çocukluktan henüz çıkmış -ya da çıkmamış!- bir çocukkadındır: Belki Elia Kazan'ın
Taş Bebek filminden beri perdede gördüğümüz en kışkırtıcı çocuk-kadın... Ve o andan itibaren, oyun başlar. Bu, görmüş geçirmiş adamın çocuk-kadınla oynadığı bir oyun değildir. Tam tersine, kadın, bu hayatın tüm sillesini yemiş ve iyice acılaşmış adamı parmağında oynatmaya başlar. Onun hep ve sürekli korkan, dışardan gelen her türlü gürültüde yastığın altına sakladığı silahı çekip ateş eden, peşinde hep düşsel katiller hayal eden, üstelik kadın denen varlığı olasılıkla hiç tanımamış ruhunu, kendi kişisel korku ve nefret duygularını saklamak için sömürür... Ve film, sabaha dek süren bir büyük mücadeleye dönüşür. Çelik birçok açıdan kutlanmaya değer. Öncelikle ülkenin gerçekten kanayan bir yarası olan kadın sömürüsüne ve de çocuk gelinler olgusuna cesaretle eğildiği için. Sonra sapasağlam bir hikaye ve senaryoyla, bu olguyla çok iyi örtüşen bir film kurduğu için. Ve hemen tümü tek bir odada geçen filmde, o gerdek odasını tümü özenle seçilmiş eşya ve aksesuarlarla, sanki kırsal kültürün ve feodal ahlakın görsel bir sergilenmesine çevirdiği için. Ama belki en çok, oyuncu seçimi için... Dilan Aksüt kusursuz çocukkadınlığıyla, bu hikayeye belki en iyi gidecek genç kızımızdı. Onu nasıl, nereden bulup böylesine oynatmış? İlyas Salman'ı övmek içinse sözcükler yetmez. Komedyen diye hep biraz küçümsediğimiz bu değerli oyuncu, belki yıllar öncesinin Tunç Okan filmi
Sarı Mercedes'ten beri ilk kez dört başı mamur bir role sıvanıyor. Ve sinemamızın en güçlü karakterlerinden birini yaratıyor. Tüm bunlar, filmin küçük kusurlarını, örneğin o parlak açılıştan sonra bir süre -yine müthiş bir finale kadar- biraz sarkmasını unutturuyor. Ve yaşanması gereken bir sinemasal deneyim düzeyine çıkartıyor.
LAL GECE ***
Yönetim ve senaryo: Reis Çelik Görüntü: Gökhan Tiryaki Oyuncular: İlyas Salman, Dilan Aksüt Kaz Film
HAF TANIN YILDIZ TABLOSU
VAMPİR AVCISI ABRAHAM LINCOLN ***
360 ***
COSMOPOLİS ***
GERÇEĞE ÇAĞRI ***
BASKIN **
GÖKYÜZÜNDE BİR AYNA **
CEHENNEM MELEKLERİ-2 *