- Kuşağınızın apolitik olmasından rahatsızlık duyuyor gibisiniz.
- Bizim kuşak, yani Özal dönemi çocukları ne kadar apolitiksek, şimdikiler de o kadar politize. Her şey şekil değiştiriyor. Eskinin solcuları, şimdinin sağcıları. Ama onlar kendilerini hâlâ solcu zannediyor. Şimdi demokrat olanlarsa, eskinin sağcıları. Demokratların tarafında durmam gerektiğini düşünüyorum, çünkü çoğunluğu düşünmek gerekir, ama çok da aklım ermez.
- Dizileri takip eder misiniz?
- Hiç TV açmıyorum. İnternet dizileri de, yerli ya da yabancı, beni çok ilgilendirmiyor. Pek Amerikan ya da yabancı kültürüm yok. Daha manuel bir tipim. Dijital bir insan değilim yani. Mesela fotoğraf çekerken de otomatiğe almam. Her şeyini kendim ayarlamak isterim; ışığını, diyaframını... Manuel derken, bunu kastediyorum. Yoksa teknolojim yetmediğinden değil!
- Ama sosyal medyayı seviyorsunuz...
- Bir senedir bayağı takılıyorum Twitter'da. Ama hastalıklı bir şey, insan bağımlı oluyor. Mesela geçen gün Thomas Mann'ın Büyülü Dağ diye bir kitabına başladım, abi gitmiyor kitap. İki kelime okuyorum, aklıma bir şey geliyor, Twitter'a yazıyorum. Ama mesela beni sürükleyen bir şeyler olduğunda da hiç bakmıyorum yüzüne. O yüzden adam gibi yazar olsun, sokmasın beni Twitter'a abi!
İNSANLARI KANDIRMAK İÇİN EGOLARINDAN YAKALAMAK GEREK
- Sizin programınızda, yayını gecikmeli olarak veren bir alet kullanılıyormuş. Nedir bunun hikayesi?
- Evet. Çünkü benim programımı arayanlar, ne olduğu belli olmayan tipler. O yüzden sekiz saniye gecikmeli olarak veriyor yayını. Telefondaki bir şey derse, diyelim ki bana küfür etti; ben hesapladım zamanını, ben de o sürede karşı küfrü edebiliyorum. Çünkü sekiz saniyem var. Birkaç tane çok uzun küfür buldum. Denedim onları da. En uzun küfür üç saniye sürüyor zaten. O bana ediyor, ben ona ediyorum, ondan sonra kesiyoruz, dinleyiciye yansımıyor.
- Radyodaki telefon şakalarınız çok ünlü. Tansu Çiller'e yaptığınız çok konuşulmuştu. O şakanızda yeterince başarılı olamadığınızı söyleyenler var. Siz ne diyorsunuz?
- Pişman olmadım. O da çok olgun davrandı. Çok beğenen de oldu bu arada. Beğenmeyenlerin de neden beğenmediğini hiç anlamadım. İsterse çok çok kötü bir şaka olsun, orada önemli olan eski bir başbakanı o telefona çıkarabilmekti. Önce meclisi aradık. Oradan bilmem ne kurumunu verdiler. Araya araya, en son tesadüfen yalısının numarası verildi. Yalısında bekçi gibi biri açtı telefonu. Onu atlatıp başkasına bağlandım ve en sonunda özel kalemden kendisine bağlandım. Onun bir tek 'alo' sesini duyup kapasaydım bile bu iş başarılıydı. Bir de üstüne onu işletmişsiniz. Daha ne istiyorsunuz ya? Eski bir başbakanı kandırmışım. O şakayı bir erkek yapmış olsaydı, çok daha fazla konuşulurdu. - Sizi şaka yapanlar oluyor mu hiç?
- Yemem, sesi hemen tanırım.
- Peki, şakalama konusundaki başarınızın sırrı ne?
- Kandırmak için insanları egolarından yakalamak gerekiyor.
KURUMSALLAŞMAK İÇİN EVLENDİM
- Eşiniz Toni Drosa'dan pek bahsetmiyorsunuz kitaptaki yazılarınızda. Nasıl tanıştınız, Memo ile araları nasıl, eşiniz nasıl biri?
- Arkadaşlar tanıştırdı bizi diyeyim. Memo da destekledi bizi. Valla Memo 'Evlenme,' deseydi, düşünürdüm. Mesela Toni, Memo'nun öğretmenleriyle derslerini konuşabilsin diye, kurumsallaşmak için evlendik. Hani ben kurumlarla normal bir ilişki kuramıyorum ya, Toni daha normal bir insan. Konuşurken çok aklı başında değil, ama görüntü olarak kelli felli. Bir de ben hayatta her şeyi denemeyi seven bir insanım. Evlenmemek konusunda inat etseydim, evliliğe fazla bir değer yüklemek olurdu. Toni de çok uyumlu bir insan. İzmirli Levanten. Ne de olsa bizim gibi baskıcı bir kültürden gelmiyor. Lezzet seviyor, gezmeyi seviyor. Hoşuma gitti. Alaçatı Babylon'da çalışıyordu, şimdi kendi restoranını işletiyor. Çok güzel yemek yapar. Bizim evde de verdiğimiz ziyafetlerde yemekleri o yapar. Ben hayatta kalmak için yemek yaparım. Hiç sevmem ev işi ya da yemek yapmayı. Memo ile de araları çok iyi maaşallah. Memo'nun kendi babasıyla da arası çok iyi. Gidiyor, iki ay onunla kalıyor falan.
- Doğumdan sonra sıkıntılı bir dönem geçirip, o dönemi Mesnevi okuyarak atlatmışsınız diye bir şey duydum. İnanç meselesi ne ifade ediyor sizin için?
- Bir dönem Mesnevi'yi okudum, ama şimdi o taraklarda pek bezim yok. Değerlerin oturması için o da yardımcı dillerden bir tanesiydi. O tür kitaplar, aslında kendine inanca giden bir yol. Ama artık öyle profesyonel bir hale getirildi ki bu inanç meselesi, inanç lafına bile gıcık kapmaya başladım. Şimdi roman okumayı daha çok seviyorum.
- Radyoya gelelim. Çok fazla transfer yaşadınız. Memnun musunuz şimdi?
- Daha önce çalıştığım grup beni kendi içinde sürekli bir oraya bir buraya aldı. Bu, bence amatörce bir davranıştı ve o yüzden de tabii ki bu konuda memnun değildim. Şu anda çalıştığım yerde profesyonel olarak mutluyum. Profesyonel olarak yaptığım bir işte ne kadar memnun olabilirsem, o kadar memnunum.
KONSER VERMEK, KENDİ YAZDIĞIN KİTABI TEKRAR TEKRAR OKUMAK GİBİ
- Hayattaki en büyük sıkıntınız sıkılmak mı? Sizin için 'Kendi konserinde bile sıkılıyor bazen,' diyorlar...
- Evet, var öyle bir şey. Bir de müzik çok bana göre bir şey değil. Yaptım zamanında, ama çok merak ediyordum, ondan yaptım. Denk geldi. Severek söyledim ama bir şarkılık... Çok saçma, ama konser vermek, kendi yazdığın kitabı tekrar tekrar okumak gibi geliyor bana. Tamamen bir meslek ve gönül işi. Sebat edeceksin, ki bende o sebat yok bir kere.
- En çok sevdiğiniz iş yazmak galiba?
- Evet, en çok yazmayı sevdim herhalde. Bu sene tam 40 yaşıma girdim bir de, belki onunla da alakalıdır. İnsan galiba ne istediğini bu yaşta anlıyor. Mesela annem 'Okuma yaşı 30'dan sonra başlar,' derdi. Doğru. Ve insan gerçek mesleğini 40'ından sonra buluyormuş demek ki. O zamana kadar hep deneme. Yazı yazdığın zaman, hayatı bir emekçi gibi yaşıyorsun. Yazının en çok o yanı hoşuma gitti. Çünkü bir şeye emek vermeden bana o iş yapılmamış, o işi içselleştirmemiş gibi geliyor. Hayatı hak etmek gibi geliyor, yazı yazmak.
- Hayatınızdan mutlu musunuz? Yapmak istediğiniz her şeyi yaptınız mı?
- Bu sene, çok güzel bir kapıdan girmişim gibi bir his oldu. 40 yaş güzel bir şeymiş yani. Gereksiz çekingenlikler yaşamıyorum artık. 'Keşke şöyle yapmasaydım,' dediğim şeyler daha azaldı. İnsanın kendine inancı artıyor herhalde. Daha doğrusu, güçsüzlüğünle barışıyorsun sanki. Yaşlanıyorsun, bunu görüyorsun. Bunun da önüne geçemezsin. Ufak tefek savaşlar yapılabilir, ama gereksiz telaşlar kayboluyor.