Ahmet Ümit'in yıldızı henüz sinemayla barışmadı. İlk büyük polisiye romanı, türünde bir zirve saydığım Sis ve Gece, önce Sinan Çetin'in elinde travestiye dönüştü; Allah'tan daha sonra Turgut Yasalar bunu aynı adla, gayet iyi bir filme dönüştürdü. Sonrasında yazdığı ilginç ve polisiye sınırlarını aşarak tarihin ve kültürün değişik evrelerine dalan romanlara da, sinema ilgi göstermedi. Bu açıdan, Sis ve Gece'nin öncesinde, 1994'de yazdığı bu uzun hikayenin sinemalaşmasını merakla bekliyordum. Ama sonucun büyük ölçüde bir düş kırıklığı olduğunu belirtmeliyim. Yapıtı okumadığımdan, tam anlamıyla saf ve masum bir kalple izlediğim film, kaynağı filan bir yana, insanı doyurmuyor. Temelde günümüz Türkiye'sindeki Alevi çevreleri, onlardan kendisinde özel yetenekler keşfeden, sudaki aksinde Hz. İsa'yı gören ve de Hakikat'ın peşine düşen genç bir adamın hikayesi bu. Ümit tam bir romancı ustalığıyla, öyküye dolaylı bir giriş yapmış. Kötü bir havada arabasıyla kaza yapan bir adam, bir süre sonra doğrulur ve gece, civardaki köye yardım aramaya gider. Orada bir evde, bir cemaat oturmuş tartışmaktadır. Konu, intihar eden bir gencin cenazesinin duadan sonra mı, duasız mı kaldırılacağıdır. Cemaatin şeyhi, dinen duanın mümkün olmadığını söyler, ölenin yakınları onu hayırla anarak dini tören isterler. Kazazedemiz ise bunu bir camın ardından izler. O gencin peygamberliğe heves eden kişi olduğunu sanırım anladınız! Bu hikayeyi, anlatması son derece zor. Görünürde bir polisiye gerilimi, bunun ardında mistik, dinsel ve felsefi çağrışımları var. TV'den gelip ilk sinema filmine sıvanan yönetmenin bunların hakkından geldiği söylenemez. Öncelikle filmin teknik düzeyi yetersiz. O yabancı kameramanı nereden bulmuşlar, bilmem. Ama gündüz dış mekan sahneleri aşırı ışığa boğulurken, gece bölümleri suni ışık yokluğundan karanlıkta kalmış. Ayrıca birçok sahnede orta ve genel planlarda flu. Yönetmen kimi sahneleri iyi çözümlemiş. Örneğin açılıştaki kaza. Veya filmde büyük yer tutan o tartışma bölümleri. Ümit, hep merak edilen ve de hoşgörüyle eşanlamlı sayılan Alevilere bakarken, tutuculuklarını da gösteriyor: Önceden izin almadan konuşulamıyor, intihar edenden bir dua bile esirgeniyor, vs. Yönetmen de bu sahneleri makul ölçüde ilginç kılabilmiş.
SENARYOSU DENGESİZ
Ama örneğin o üniversite önündeki çatışma bölümü tam bir müsamere! Oyuncu seçimi yanlış: o genç adamın, sıradan liseli tavrı içinde bir Hakikat arayıcısı, bir peygamber adayı olduğuna kim inanır? Belki sadece yan roller bir ölçüde doyurucu denebilir. Finalin o sürprizli ve 'uhrevi' (olması gereken) atmosferi ise verilememiş Senaryodaki dengesizlik de filmi zedeliyor. 'Kazazede' karakteri başta çıkıyor, sonra çok uzun süre kayboluyor. Tekrar çıktığında ise çok geç oluyor! Zaten sanırım hikayenin iki ana temasından biri olan 'eski devrimcilerin bugünkü hali'ni sadece tek bir sahneyle, Boğaz kıyısındaki bir yemekte zoraki söylenen devrim şarkısı Ciao Bella ile vermek, olayı ve o kesimi karikatürize etmekten başka işe yaramıyor. Aslında güzel bir sahneyken hem de... Velhasıl Ahmet Ümit'e ve eserine yakışmayan, sorunlu bir film bu. Umarım beklenen kendi yönetmenliği daha başarılı olur.
BİR SES BÖLER GECEYİ **
Yönetim ve senaryo: Ersan Arsever
Görüntü: Aldo Mugnier
Müzik: Cengiz Onural
Oyuncular: Cem Davran, Merve Dizdar, Gün Koper, Rıza Akın, Ali Sürmeli, Müfide İnselel, Diren Polatoğulları / Şaman Film