Fransa'da her yıl 10 milyon seyirci sınırını aşan bir -bazen iki- film çıkar. Bu yılın rekoru, 12 milyon seyirciyi aşıp, olasılıkla 14-15'e ulaşması beklenen Les Intouchables-Dokunulmazlar adlı filmde. Olivier Nakache-Eric Toledano ikilisinin filmleri öylesine sevildi ki, birkaç aydır gösterilmesine karşın hâlâ kuyruklar oluşuyor. Film, ağır bir felç geçirip kımıldayamadan yatmaya mahkum olan çok zengin bir adamla, ona hastabakıcılık yapması için seçilen siyahi bir kişinin öyküsünü anlatıyor. Afrikalı genç göçmen üstelik hapisten yeni çıkmıştır ve yargıç ona 'sosyal bir hizmet yapma' zorunluluğu getirmiştir. Kahramanımız olan aristokrat, tıkır tıkır işleyen dili ve beyniyle, göçmen delikanlıyı iş için başvuran ve para hırsı yüzlerinden okunan profesyonellere tercih eder. Onun içtenliği, doğruculuğu ve toksözlülüğü hoşuna gitmiştir. Böylece garip bir beraberlik başlar. Deneyimli François Cluzet ile TV şöhreti Omar Sy, filmi baştan sona götürüyorlar. Asıl ilginç olan şu ki, film bir sinema olayı olmayı aşıp ülkesinde bir toplumsal olay oldu. Bu nedenle Paris-Match dergisi, iki toplumbilimci profesörü, Jean-Marie Rouart ile Jean-Christophe Rufin'i bir araya getirip konuşturdu. Bilim adamları, özellikle filmin içerdiği 'kardeşlik' ilkesinin altını çiziyor. Biri şöyle diyor: "Fransız Cumhuriyeti'nin temelindeki üç temel ilkeden biri kardeşliktir. Oysa ülkemizde bu unutuldu. Bir yandan gelir dağıtımındaki adaletsizlik ve giderek artan yoksulluk, öte yandan ırk ve inanç farklılıklarının giderek nefrete dönüşmesi ve yükselen hoşgörüsüzlük, toplumdaki diyalog olanaklarını yok etti. İşte film bunu ele alıyor ve sorunların çözülmesi için diyaloğun önemini belirtiyor". Tuhaftır, bu tür filmler bizde de gözde oldu. Dedemin İnsanları veya Yangın Var da benzer mesajlar vermiyor mu? Demek ki sorun evrensel ve her ülkede sanatçılar, özellikle de sinemacılar bu temaları işliyor. Şaşılacak ne var?