Yedinci ayın yedisi…
Tarih 7 Temmuz 2005…
Ömür boyu sürecek bir acının başladığı gün.
Kadıköy Vatan Hastanesi Yoğun Bakımı'nda geçen 83 kara günün acı sonu.
Ah ki ne ah!
Puslu bir İstanbul akşamı.
Haydarpaşa Numune'nin bahçesindeyiz.
Anacığım yoğun bakımda.
Tarifsiz acılar içindeyiz.
"Hastanızı on dakika içinde almazsanız ölecek" dedi ruhsuzun biri…
Ne tepki vereceğimi bilemedim önce.
Şaşırmışım, şoklardayım.
Halbuki yarım saat önce profesör anacığım için 'iyidir' demiş, umut vermişti…
Fistuğum on dakika içinde ölecek ha!
Sanki sıradan bir şey söyledi vicdansız.
Ölüm bu, ölüm!
Elim ayağım birbirine dolandı.
Ne yapacağım ben?
Hem, nereye götüreceğim güzel anamı?
Bilmiyorum ki.
O ruhsuz ses o kadar rahat söylemişti ki bu lafı.
'Ölüm' sözü aklımı başımdan almıştı.
Hangi hastanenin tam teşekküllü olduğunu bilmiyorum bile.
***
'Hızır yetişti' derler ya…
O gün tam da öyle oldu.
Rahmetli Savaş Ay aradı…
"Ersin anacığını oradan al, Kadıköy Vatan Hastanesi'ne götür patron öyle dedi."
Hastane nerde bilmiyorum.
İçimden 'bulurum' dedim.
İki dakikalık yere gidecek ambulans bizden 550 milyon lira istedi.
Feda olsun.
Ambulansla Kadıköy Vatan'a gittik.
Sedyede baktım; güzel gözleri kapalıydı anamın.
Bizi bekliyorlardı.
Kardeşimle birlikte "Ahh, güzel anam, tatlı anam, Fistuğum ne olursun aç gözlerini" derken göz pınarlarımızdan akanı durduramadık.
Anamın 83 gün sürecek yoğun bakım hikayesi böyle başladı işte.
Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Necdet Ünüvar'ın sürpriz telefonunu unutamam hiç…
Kardeşi İsmail'i refakat için göndermesini de.
***
Ben Adana'dan İstanbul'a gidip geliyorum.
Ama kardeşim her gün hastanede…
Günde en az iki kez özel izinle yoğun bakıma girip anama bakıyoruz…
Her yerinde kablo var.
Sırtüstü uzanmış üstünde bir beyaz örtü, kolunda da serum kateteri var.
Her defasında; "Anaa biz geldik aç gözünü ne olur" dedik.
Hatta yalvardık.
Ama açmadı, açamadı gözünü.
Yurt Haberler Müdürü Aydın Şentürk ve gazetemin diğer çalışanları hastaneye taşındı…
83 gün direnebildi Fistuğum…
Oysa daha yapacağı çok şey vardı…
Öyle demişti.
Babamı, evini, ahırdaki sarıkızı özlemişti.
"Haydee" demişti hastaneye yatmadan.
İçindeki hasreti böyle haykırmıştı güzel anam.
Sonra teslim oldu ölüme.
Tam 13 yıl oldu…
O güzel gülüşü yok artık!
Sesi de!
Asmalarında üzüm de yok!
'Anacığım iyileşecek' diye beklerken o bir yıldız gibi kayıp gitti elimizden.
Hasretlik kandan gömlektir dostlar;
Mevla'm, kimseye giydirmesin…
Her yara, zamanla iyileşir ama bu değil.
Kurt gibi kemirip, durur insanı.
Anamla hergün konuşup, dertleşirdik.
Babamın hastalığından, çayların budanmasına, ahırdaki danasından fındık bahçelerini saran dikenlere kadar her şeyi sorardı.
"Anam telefonu tutan elin yorulmadı mı?" derdim bazen…
"Yoo" derdi.
Oysa eli yorulurdu ama o kahrolası hasretlik var ya.
Bir gün, "Bugün niye aramadun" dedi.
"-Aradım anam unuttun sen!"
"-Her gün üç kere arardın. Bugün iki kere aradın" demişti.
Haklıydı.
Günlerce konuşsam doyamam ona.
***
Çağ Üniversitesi'nin kurucusu Yaşar abim (Bayboğan) de anacığımla aynı gün ve aynı saatte ayrıldı aramızdan.
Acı bir tesadüf.
Yedi yıldır o da yok…
Sevdiklerimi birer birer kaybediyorum.
Yaşar abi de erken gitti!
Çok istiyordu Gökhan'ın evlenmesini.
Evlendi, dünya tatlısı bir bebeği var.
Kesin çok sevinmiştir Yaşar abi.
Yaşar Bayboğan bir eğitim aşığıydı.
Anadolu'da ilk vakıf üniversitesini o kurdu.
Bıraktığı bayrağı iki yiğit oğlu taşıyor şimdi.
Lütfü ve Gökhan!
Çağ Okulları ve Üniversitesi büyüdükçe büyüyor.
Yaşar abi de yattığı yerden gururla izliyor.
Türk şiirinin ustalarından Cemal Süreyya, "Her ölüm erken ölümdür" demişti.
Bir başka şiirinde ise körlüğe benzetti ölümü:
"Sizin hiç babanız öldü mü? / Benim bir kere öldü kör oldum."
Acıların şairi Cahit Sıtkı Tarancı da "Adın kalleş olsun ölüm!..." demişti.
O gün yanımda olan sevgili Aydın Şentürk yok.
Savaş Ay da...
Kalleş ikisini de çaldı bizden.