Viyana, 2016 yılında dünyanın yaşam kalitesi en yüksek şehri olmuş.
Sıralamada Zürih ikinci, Auckland üçüncü sırada yer alırken, İstanbul geçen yıl olduğu gibi 122. sırada kendine yer bulmuş, başkent Ankara'nın ise adı yok..
Önce bu araştırmaların ne işe yaradığını söylemek gerekiyor.
Çalışanların ücretlendirilmesinde şehrin yaşam kalitesi endeksi önemli rol oynuyormuş.
Çalıştığı şehrin yaşam kalitesi düşükse çalışana ekstra 'Meşakkat Ödeneği' ödeniyormuş.
Firmalar da bu araştırmaları çok ciddiye alıyor, araştırmacılar da bu işlere ciddi miktarda para, zaman ve eleman ayırıyorlar. Endeksiniz düşükse; yani şehir olarak güvenlik, pahalılık, sağlık, ulaşım kriterleriniz iyi değilse, listede yer alamıyorsanız firma çalışanlarına ekstra ödemeler yapılıyor.
Avrupa'nın yaşam kalitesi sıralamasında yine başı çektiği söz konusu araştırmanın izahatında ifade olunuyor.. Ne ki Avrupa şehirlerinde istikrar artmış, geçim standartları yükselmiş ve yaşam kalitesi iyileşmiş!
Dolayısıyla yine Avrupa şehirleri öne çıkmış bizim şehirler nal toplamış. Şam, Bağdat, Basra listenin ancak sonuna tutunabilmiş..
Bir zamanlar dünyanın önde gelen ilim ve medeniyet merkezi şehirlerin Batı başkentlerinde alınan kararlarla yerle yeksan edildiğinden ise hiç bahis yok?! Yani şu demek oluyor ki; Doğu'nun yıkılması Batı'ya istikrar, yüksek standart ve yaşam kalitesi sağlıyor!
Bir başka deyişle New York, Londra, Paris, Viyana gibi şehirlerde yaşayanların yaşam kalitesini yükseltmek için Bağdat'ın, Şam'ın, Halep'in yıkılması gerekiyor!
Başından beri şehirciliğin önemine ve şehirlerin de bir ruhu, bir hafızası olduğuna inanan bir millet olarak ne oldu da "kentsel dönüşüm" veya başka adlar altında mahallelerimizi yok ettik, dizi dizi ruhsuz apartmanlarla komşuluklarımızı bitirdik, güzelim bahçeli evlerimizi ranta kurban ettik?!
Yaşam felsefesi olarak bizim kültürümüz "yolcu gibi yaşamayı" emri ferman etmişken ne oldu da "towers"lar, "rezidans"larla dikine büyümek istedik? Batı taklidi şehirlerde insan ilişkilerimizi şimdi yeniden nasıl kuracağız sormadan edemiyoruz?! Velhasıl ne olduğu, neyi kaybettiğimizi anlamak için İbni Haldun'dan, Evliya Çelebi'ye "şehir ve insan" ilişkilerini yeniden okumak, bütün şehrengizleri bir bir gözden geçirmek gerekecek.
Sinan'ın ruhları şahlandıran şehirciliğini çoktan unuttuk ama şehirler bizi unutmuyor, ne yaptıysak misliyle mukabele görüyoruz.
Şehirlerle ilişkimiz, ulaşımımız, şehir yaşantımız bu yüzden çok çetin çok sert geçiyor.
Bu yüzden bir bağ-bahçe bulup hafta sonu hepimiz şehirden kaçıyoruz.