Dün bir radyodan
"tarihte bugün" neler olduğunu dinliyordum.. Aman
Allah'ım, neler olmuş neler.. Demek ki şubatlar tarihi olaylara gebe..
Yalta Konferansı'ndan İran'da Humeyni'nin yönetime gelmesi,
Mandela'nın özgürlüğe kavuşmasından
Rüştü Erdelhun başkanlığında
Adalet Partisi'nin kuruluşuna kadar çok önemli olaylar yaşamışız şubat aylarında.. En çetin kış şartlarını da
1936'da yaşamışız,
İstanbul'da Unkapanı köprüsü havaya uçmuş.
Yalta mesela,
Kırım'ın güneyinde bir kasaba ama
1945'te dünya liderlerinin
(Çörçil, Ruzvelt, Stalin) orada toplanması bu küçük kasabayı dünyaca şöhret yaptı. Çünkü
O GÜNÜN SÜPERLERİ dünyayı kendi aralarında paylaşmışlardı.
Türkiye Yalta paylaşımında
Amerika'ya düşmüştü,
Küba da Ruslar'a.. Bugünden bakınca
Türkiye'nin tam anlamıyla olmasa da
ABD sultasını kırdığı görülüyor. Tarihi kırılmanın en önemli aktörü
(Cumhurbaşkanı Erdoğan) ise
Kolombiya'da, Küba'da ülkesine menfaat yolları arıyor.
Türkiye Yalta paylaşımının etkisini yıllarca yaşadı sevgili dostlar. Tam kurtulamadık ve halâ da tesirindeyiz.
Türkiye'de sadece dün yaşananlar yani yüksek yargı seçimleri, milletvekilliği için istifalar ve grup toplantıları bizlere çok şeyler anlatıyor. Muhalefet liderleri halâ sokak ağzı üslubuyla değerlendirmelerde bulunuyorlarsa bu yeni durumun anlaşılmamasındandır. Birinin onlara
"eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlâl!" sözünü hatırlatması gerekiyor. Bunu
"Geçti Bor'un pazarı" gibi anlayabilirsiniz. Bilmedikleri değil, bilmek istemediklerindendir ki bu da aslında bir korkunun ifadesidir.
Haziranda Yeni Türkiye onuncu seçimini yapacak ve bu yeni hali bilmek istemeyenler onuncu yenilgilerini yaşayacaklar muhtemelen. Bildikleri ama anlamak istemedikleri; ülkeyi artık siyasetin, milletin seçtiği siyasi aktörlerin yönetmeye başladığıdır.
Eskiden öylemiydi? Ülkeyi siyasiler değil, görünmeyen, bilinmeyen ve fakat herkesin iliklerinde hissettiği bir
GÜÇ yönetiyordu. Kiminin
"derin devlet", kiminin
"dış güçler" dediği ve herkesin kendi irtifasında tanımladığı, aslında
UFO gibi kimsenin tanımlayamadığı bir güç yönetiyordu ülkeyi. Ne zaman seçim olacak, koalisyon hangi partiler arasında olacak, başbakan kim olacak hep onlar belirliyordu. Bu kadar değil, genelkurmay başkanları, dışişleri bakanları, bazı ülkelerin büyükelçileri, kimi üst bürokratlar da aynı gücün telkinleriyle belirleniyordu. Millet zaten etnik, dini, mezhepsel olarak bölünmüştü,
"İslamî parti" vardı,
"Türk, Kürt, Alevi partileri", sermaye partisi, güya işçi-emekçi partileri vardı, millet bölük pörçüktü.
İŞBİRLİKÇİLER eliyle yönetiliyordu ülke.. Milletin oluşturduğu düşünülen parlamentonun üslendiği görev ise sınırlıydı.
28 yıldan fazla parlamentoda görev yapmış biri olarak söylüyoruz bu sözü. Humeyni de şubatta yönetimi devralmış. Aynı projeyi bizim ülkemiz için denemek istediklerini tüm dostlarla yıllar önce paylaşmıştık, yüzlerine gözlerine bulaştı, Türkiye milletin sağduyusuyla aştı sorunu.