Siz de öyle misiniz bilmem, ben ne zaman karlı bir güne uyansam çocukluğumu hatırlarım. Bu soğuk kış günleri aile büyüklerini endişelendirir muhakkak..
Ya çocukları? Kar demek, çocuklar için oyun demek.. Kartopu, kardan adamsız kış olur mu? Eğimli bir sokak bizim için kayak merkeziydi, kaydırağını alan koşardı. Dam boyu kar yığınlarında mahallenin bütün kopilleriyle gün boyu oynardık. Ta ki bir büyüğümüz ensemizden yakalayana kadar.
Damı, kürenmiş karları nasıl anlatırsınız şimdiki nesle? Bizler dede-torun üç nesil bir arada yaşadık, evlerimiz, oyunlarımız, çocukluğumuz bir başkaydı. Kendi oyuncağımızı kendimiz yapar kardan kıştan keyif alırdık.
GDO, hormon ne gezer, yiyip içtiklerimiz de yaşantımız gibi doğaldı. Evlerimiz düz damlı kürenen karlar oyun alanımızdı. Kar yığınlarını eskimo evleri gibi oyar, bir de mum yakardık. Masalsıydı bizim çocukluğumuz.
***
Ya büyükler onlar da bir başka masalsı iklimin insanlarıydılar. Takvimleri de öyle.. Koca seneyi
"Kasım ve Hızır" diye ikiye bölerlerdi.
Babaannemin kışı
8 Kasım'da başlar,
6 Mayıs'ta Hıdırellez`le biter yaza girerdik.
Kasımın 46 sı,
"erbain" di,
kırk gün yani..
86`sında da
elli günlük
"hamsin" girerdi. Kara kış bu
90 günlük sürede yaşanırdı. Kasım ortalanır yüz gün tamamlanınca soğuğun hükmü geçerdi, yaz yazlığını kış kışlığını bilirdi.
Babaannemin takvime göre bugün
Kasım'ın 62'si, Kameri aya göre
17 Rebiülevvel 1436,
Rumi 26 Kanunievvel 1430, karakışın içindeyiz yani..
1925 Aralık ayına kadar ecdat bu tabirlerle ömür sürdü, sonra yeni takvime geçtik, gençlere kulak dolgunluğu olsun..
***
Peki neye göre
KARA KIŞ?! Bembeyaz mevsime
"kara kış" nitelemesi niyedir? Bunu hep düşünmüşümdür. Aslında bu
"kara kış" kalorifer sıcağında, lapa lapa karı seyreden, ekmeği, damacanayla suyu kapıya kadar getirilen biz şehir insanları için değil elbet. Kışa yazdan hazırlananlar içindi o niteleme. Onlar her ihtiyacını kendi üretir, dolayısıyla bir mevsim evinde barınabilirdi. Bizler
Ankara'da, çoğu aylıklı çalışan insanlarız, evden işe, işten eve durumunda.. Bir kere markete uğramasak aç kalırız. Mutfakta bir masa, emre amade bir anne, kim gelir karnını doyurup odasına çekilir. Ortak sofralar bitti artık.
Karı-koca çalışanların ise vay haline, sıcak çorbaya hasrettirler.. Onların ne yazı çekilir ne de kışı..
"Kadına çalışma hakkı, İşgücüne katılım, pozitif ayırım.." gibi laflarla kadını evden, kocadan kopardık, hanımsız kaldı evler, çocuklar da annesiz.. Anne işe çocuklar kreşe durumu.. Öksüz-yetim sayarım şehir çocuklarını, her sabah ağıtları sitelerde, apartman boşluklarında yankılanır ve yürekler paralanır çığlıklarından.
Babanne, dede zaten yok,
"bakıcı kadınlar" elinde hırpalanmış ruhları, hiç bir oyuncakla avunmuyor. Hayvanları
AVM'lerde, pet-shoplarda tanıyorlar. Bu yüzden köy hayatına yeniden imrenir olduk. Şehirlerde yaşasak da aklımız, ruhumuz köyde, devasa sitelerde zorunlu bir aradayız sanki!
Sizce de öyle değil mi? Bir fırsat hava uygun olduğu an, neden kırlara kaçıyoruz o zaman? En son ne zaman bir komşuyla kar pikniği yaptınız düşünsenize?