Bir süredir
Konya'da O'nun
"düğün günü"ne katılamıyorum, ama o düğünde kimin
"gerdeğe" girmiş olduğunu biliyorum.
Neden mi söz ediyorum?! 741'incisi gerçekleştirilen ihtifaller için
Hz. Mevlâna "Şeb-i Arus" yani
"düğün günü" benzetmesi yaparken; düğüne herkes gider de diyordu gerdeğe bir kişi girer... Ölüm gününü kutlayan, kutlanan yer yüzündeki tek kişidir,
ER kişidir
Mevlâna...
Aşıkların Pîr'i bu sözlerle insanlara bir şey anlatmaya çabalamaktadır ve bunu en iyi bildiğimizi sandığımız metafor üzerinden yapmaktadır. Düğünlü, gerdekli anlatım da bu cümledendir. İnsanoğlunun en çok meşgul olduğu, titizlik gösterdiği ve gelenek geliştirdiği alandır düğün, düğünümüz miladımız olur çoğu zaman.
***
Şebi Arus törenleri günümüzde devlet ve siyaset adamlarının -nedense- mutlaka bir konuşma irad etmeyi arzu ettikleri bir gün olmanın ötesinde;
Mesnevî, Mevlevî iklimine uygun ortamın oluşturulabildiği bir gün de değildir ayrıca. Aslında
17 Aralık, muayede yani bayramlaşma günüdür, kandil gibi özel günlere raslayan günlerde Mevlevîler, özel ihtifaller yaparlardı ve o günün
"semâ"sı da, törende geçilen ayin-şerif de diğer günlerden farklı olurdu. Bir ibadetti onların icra ettikleri... Esas anlamıyla
17 Aralık bir bakıma,
Hristiyan'ı, Musevi'si, Müslüman'ı tüm semavi din mensuplarının, tüm insanların aynı cenaze(!) için buluştukları günün tarihidir. Dini, dili, mezhebi, meşrebi farklı birçok insan o gün O'nun öldüğünü sanarak aynı mevtaya(!) ağlayıp gözyaşı dökmüşlerdir. (
Kur'an, onlara
"ölü" demekten bizi men ettiğinden ünlemli cümleler kuruyorum.)
Hz. Mevlâna ölümü, uykudaki insanın yatakta sağına soluna dönmesi gibi değerlendiriyor. İşte, sağ omuz üstünde uyurken (dünyadasın) öldün döndün sol omuz üstüne, göçtün öteki dünyaya, böyle bir şey. Bedeninden kurtulup sevgiliye kavuşmayı da onun için düğün kabul ediyor ve kutlanmasını istiyor, ölüyü sevip diriye düşman olmamak gerektiğini de yine o söylüyor.
30 Eylül de
Hz. Pîr'in doğum tarihidir ama -işin içinde olanlar hariç- kutlayanı var mıdır bilmiyorum?!
***
O'nun ruh dünyası, sekiz asır geçmiş olmasına rağmen hep diri ve taze... En meşhur eseri
Mesnevî'si, Divan-ı Kebir'i, sohbetlerinden derlenmiş
"Fîhi mâ-fîh" ve ayrıca
"Mecalis-i Seb'a" ve
"Mektubat" adlı eserleri O'nun zengin ruh dünyasının yansımalarıdır ve insanlığın da derdine devadır. Çünkü bu eserlerin odağındaki varlık insandır, imandır, inançtır ve onu yücelten değerlerdir.
Ve son söz Mesnevi'den... "Nice Hindu ve
Türk vardır ayrı dili konuşur aynı şeyi söyler... Ama nice
Türk vardır aynı dili konuştukları halde aynı şeyi söylemezler." Gönül birliği olmazsa bir şey olmaz, bizim bugün
Hz. Mevlâna'dan çıkaracağımız ders budur diyorum,
AŞK ile
Hazret'i Huu diyerek selamlıyorum.