Geçtiğimiz hafta Yale gezimizin ilk durakları olan, eski kampüs, Beinecke kütüphanesi ve Sterling Anıt Kütüphanesini ziyaret etmiştik, bu hafta gezimize kaldığımız yerden devam ediyor ve Yale Center for British Art'a (İngiliz Sanat Merkezi) doğru yol alıyoruz. Bina, 20. yüzyılın en prestijli mimarlarından biri olan Louis I. Kahn tarafından tasarlanmış, mimarın vefatından sonra 1974'de tamamlanmış ve halka 1977'de açılmış. Bina inşaat halindeyken bittiğinde binanın neye benzeyeceği sorulduğunda Louis Kahn " Bulutlu bir günde bir güveye, güneşli bir günde ise bir kelebeğe benzeyecek" demiş. Şanslıyız bugün bina çok güzel güneş alıyor, bir kelebek göreceğiz. Müze mümkün olduğunca çok gün ışığı alacak şekilde tasarlanmış ve yapay aydınlatma yalnızca karanlık günlerde veya akşam saatlerinde kullanılıyor.
Binanın sanat eserini doğal ışıkta görmemize olanak sağlayan mimarisi, sanat eseriyle daha samimi bir karşılaşma imkanı sunuyor ve bu karşılaşma büyüleyici olabiliyor. Böylece, binanın mimarisi, içerdiği sanat eserlerini tüm yalınlığıyla ortaya çıkarırken, kendisi de bir sanat eseri olarak zevk veriyor. Dışı mat çelik ve yansıtıcı camdan imal edilmiş, içi ise traverten mermer, beyaz meşe, betondan yapılmış olan binanın duvarlarındaki Belçika keteni de müzenin sıcak ve samimi hissine katkı sağlıyor. İki avlu etrafında tasarlanan ve geometrik iç mekanlardan oluşan yapıdaki kütüphane avlusunda büyük beton bir silindirle gizlenmiş bir merdiven yer alıyor. Aşağı inerken bu merdiveni de görmenizi tavsiye ederim.
2000'den fazla resim ve 200'ü aşkın heykel ihtiva eden müze, İngiliz sanatının Birleşik Krallık dışındaki, en güçlü ve geniş koleksiyonu olarak biliniyor.
Bir sonraki durağımız Yale University Art Gallery (Yale Üniversitesi Sanat Galerisi). En eski üniversite sanat galerinden biri olan müze, 1832'de yurtsever sanatçı John Trumbull'un bağışladığı 100'ün üzerinde eser ile eski kampüste kurulmuş ve 1902'de yıkılmış. Bugünkü bina ise üç aşamada inşa edilmiş. Ilk bina olan Street Hall, Yale sanat okulu olarak 1866'da açılmış, Yale'in Neo-Gotik mimarisiyle uyumlu bir yapıda görünüyor, bu binaya bir köprüyle eklemlenen, eski Yale Sanat Galerisi 1926 yılında tamamlanmış. Üniversitenin sanat koleksiyonlarını ihtiva eden bu bina da Neo-Gotik bir üslupta ve Floransa mimarisine özgü öğeler ihtiva ediyor. Bu ikinci binaya bitişik olarak inşa edilen üçüncü ve son bina ise bir Louis Kahn eseri. İki neo-gotik yapıya bitişik olan bu modern yapı, eski ile yeni arasında büyük bir zerafetle geçiş yapıyor. 1953 yılında açılan bina, sanat ve mimarlık öğrencilerinin sanat ve stüdyo çalışmalarının sergi alanı olarak görev yapmış. Beton, cam ve çelik malzemeden inşa edilen bina tetrahedral tavanı ve üçgen yapıdaki merdiveni ile de ilgi topluyor.
Afrika sanatı, Asya Sanatı, İslam Sanatı, Amerikan Dekoratif Sanatları, Amerikan Resim ve Heykel Sanatları, Antik Amerika Sanatları, Antik sanatlar, Erken Avrupa Sanatı ve Modern ve Çağdaş Sanatlar, Çizimler ve fotoğraflar ihtiva eden müzede Josef Albers, Edgar Degas Marcel Duchamp, Alberto Giacometti, Jean Metzinger, Joan Miró, Piet Mondrian, Pablo Picasso,Mark Rothko, and Roy Lichtenstei ve Winslow Homer, George Bellows, John Singer Sargent, Edwin Austin Abbey, Arthur Dove, Elizabeth Goodridge, and Edward Hopper eserleri yer alıyor.
Ayrıca müzede iç ve dış mekanda olmak üzere çok güzel heykel bahçeleri bulunuyor.
Üçüncü durağımız olan Ezra Stiles ve Morse College yurt binaları yine mimarisiyle oldukça ilgi çekici yapılar. İkiz binalar olarak kabul edilen yurt binaları ünlü mimar Eero Saarinen tarafından tasarlanmış. Sarı moloz taştan yapılmış duvarlar, uzun dikdörtgen camlar, ahşap köprüler, taş merdivenleriyle çok doğal ve sıcak bir hissi var bu alanın. Yale'in Gotik atmosferinden çıkıp kendinizi bir İtalyan kasabasında gibi hissedebilirsiniz.
Yale'in genel mimarisinden çok farklı bir tarzda görünüyor, fakat bu tezat hiç yormuyor, bilakis oldukça ahenkli duruyor. Duvarlarla çevrili olan yurt avluları, bahçedeki hamak ve banklarla sadece görsel olarak bile dinlendiriyor. Yale tarihinde tek kişilik yurt odalarıyla büyük bir çığır açmış olan yurt binaları, ev hissine yakın bir duygu veriyor, bu anlamda mimarideki malzeme tercihi, kapalı avlu, bahçedeki hamak vs. "ev" dinlendiriciliği ve sükunetine katkıda bulunuyor. Her iki yurt binasının içinde de geniş yemek salonları bulunuyor, bu yıl Morse'daki salona öğrencileri çok mutlu eden bir de pizza fırını eklenmiş. Buradayken, öğrenci bir tanıdığınız varsa, onun kimlik kartı yardımıyla okulun yemeklerinin tadına bakabilirsiniz. Her iki binada da ortak çalışma, buluşma, toplantı alanları gibi alanların yanısıra, küçük bir tiyatro salonu, spor salonu, kütüphane ve ortak mutfak bulunuyor. Morse da bu salonların dışında bir kumaş dokuma odası ve müzik ve dans stüdyoları da bulunuyor. Kendilerine Morsel diyen Morse'lu öğrenciler yurtlarıyla gurur duyuyor.
Morse'un avlusundaki Lipstick heykeli de buradayken görülmesi gerekenlerden. Yale'li bir grup öğrencinin savaşı protesto etmek için Claes Oldenburg işbirliğiyle yaptıkları, tank üzerinden yükselen ruj heykeli 1969'da Beinecke Plaza'ya yerleştirilmiş ve daha sonra, 1974 yılında Morse'un avlusuna taşınmış.
Morse'un bahçesinde dinlenip, akşam yemeklerimizi yiyip, iki yaşındaki kızım Mina'yı da eğlendirdikten sonra -dekanın iki yaşlarında bir çocuğu varmış, bahçeye küçük bir park alanı kurmuş- Yale gezimizin son durağı olan Ingalls Rink'e doğru yola çıkıyoruz. Ingalls Rink isimli buz hokey pisti de yine ünlü mimar Eero Saarinen'e ait. Savaş sonrası modern mimarinin önemli örneklerinden biri olan bina, Amerikan Mimari Enstitüsünce 2007 yılında Amerika'nın en iyi mimari ürünlerinden biri olarak seçilmiş. 2009 yılında biten tadilattan sonra yeniden halka açılan pistin yenilenmesi 1.5 milyon dolara mal olmuş. Oldukça etkileyici bir yapı olan pist, dışardan bakınca bir balinayı andırıyor ve içinde 3500 koltuk barındırıyor.
Bonus: Gece'yi Yale'de geçirmek isteyenlere, The Study at Yale'i öneririm. Burada sadece günün yorgunluğunu atmıyorsunuz, gün boyu süren ve size estetik zevkler yaşatan Yale tecrübenizi bütünlüyorsunuz.