Hilal Kaplan / sabah.com.tr
Emani Al-Rahmun, sadece 20 yaşındaydı.
Belki gün yüzü gördüğü birkaç yılın sonunda, gözünü dünyaya savaşla açtı. Eşiyle birlikte Türkiye'ye göçtüler. 10 aylık bir erkek çocuğu vardı ve 9 aylık hamileydi.
Karşı kapı komşusu olan Birol Karacal ve onun arkadaşı Cemal Bay tarafından kaçırıldı. 10 aylık Halaf'ı, ağzını ve burnunu kapatarak öldürdüler. Sonra da Emani'ye tecavüz ettiler, karnına defalarca tekme attıktan sonra başını taşlaezerek öldürdüler.
Yazarken bile kusmadan kendini zor tutuyor insan. Eminim siz de okurken böyle hissetmişsinizdir. Ama bilmeli ve düşünmeliyiz. Hayatımızda ters giden ne varsa, onun yükünü ve suçunu savaştan kaçıp hayatta kalmak umuduyla ülkemize sığınanlara yüklediğimiz müddetçe, onları her tür zulmün öznesi yapmaya katkı sunuyoruz.
"Geçici koruma kimlik belgesi" vermişti devletimiz onlara amakoruyamadık. Ne toplum ne de devlet olarak onları koruyabildik.
Hepimize sorulmuş kocaman bir sorudur şimdi Emani ve biri daha anne karnındayken katledilen iki çocuğu.
Meşhur Fransız ceza avukatı Jacques Verges'in en kalıplaşmış cümlesidir:
"Her suç, topluma sorulmuş bir sorudur.
Suçlunun fiilini önemsizleştirmek olarak okumayın bu cümleyi. Bilakis, suçlular her dönem oldular ve olmaya devam edecekler. Ancak suçlunun ortaya çıkmasının imkân ve şartlarına toplumun azıcık katkısı varsa bile, onu ortadan kaldırmaya gayret etmenin üzerimize vazife olmasıdır.
Emani'nin evinin kapısıyla, tecavüzcüsü ve katili olan Karacal'ın evinin kapısı arasında üç adımlık bir mesafe var. O kapı eşiğinde bir toplum yatıyor. O yüzden 'Bir daha asla' sloganları atmaya bir süre ara verip, o ızdırap veren soruyu sormalıyız.
Devletimiz, dünya üzerindeki hiçbir devletin yapmadığını yaptı ve mazlumlara sayısına bakmadan kapılarını açtı.
Suriyeli mültecilerle bir süre daha yaşayacağız ve hatta bir kısmı burada kalmak da isteyecek. Keşke Osmanlı bakiyesi olmakla övündüğümüz kadar, Osmanlı'nın göç politikalarının hesaplılığından da biraz örnek almış olsaydık. Hangi şehre, ne kadar ve hangi şartlarda yerleşeceklerini belirlemiş olsaydık. Bunun için hâlâ geç kalmış sayılmayız. Ayrıca eğitim açısından nitelikli Suriyelilerden istifade etmek ve onlara da bu minvalde iyi bir hayat sunmak da seçeneklerin içinde olmalı.
Toplumumuz da yine eşine çok rastlanmayan bir yüce gönüllülükle Suriyeli kardeşlerini kucakladı. Ancak nefret sevgiden daha hızlı, zorbalık merhametten daha çabuk yayılıyor. Mülteci düşmanlığı siyasetçilerden ünlülere kadar herkesin dilinde. Bunun bir bedeli olmalı değil mi?
Emani'lerin, Halaf'ların hakkına girmek bu kadar ucuz olmamalı değil mi? Nefret söylemi yasamız, Suriyeli mültecileri içermiyor mu? Onlar, yasayla korunmayı hak etmeyecek kadar değersiz mi yoksa?
Evet, bir daha asla...