İftar masasına kurulmuşlar... Hayatında hiç oruç tutmamış Murat Belge, muhtemelen aile zoruyla çocukluğunda sahura kaldırılmış ama sosyalizmi keşfedince bu ibadetle bağını kesmiş Ömer Laçiner, ilaveten Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'ndan bir yetkili...
Önlerindeki tepeleme etlere, kızarmış tavuğa, kaburga dolmasına, envai çeşit çorbaya, pilava, salataya bakıyorlar yutkunarak.
Harika bir fotoğraf!
İnsanın "Son Yemek" diyesi geliyor: "Hoca ve havarileri..."
Fotoğraf geniş açıdan alınsaydı, geride kalan simaları da görebilecektik... Eksik de olsa (sekiz havarinin eksik bulunduğunu müşahede ediyoruz) fotoğraf bu haliyle de epey iş görüyor.
Murat Belge'nin "hallerini" ezberlediğiniz için, onu eliyorum.
Daha doğrusu, Murat Belge'yi hatırlatmaktan sıkıldım.
Kendisi, darbeleri "güvence" olarak gören bir sosyalisttir. "Bu ordu omurgalıdır. Laikliğin zedelenmesine izin vermez, korkmayın!" diye bizi rahatlatmışlığı vardır. Ayrıca, nefret suçunu ele aldığı bütün yazılarında "nefret suçu" işlemeyi başarmış ilk ve tek "demokrat" aydınımızdır.
Benim dikkatimi, abartılı bir mahviyetle kızarmış tavuğa bakan Ömer Laçiner'in duruşu çekti.
Biraz köylü duruşu... Bakışlarına sinmiş ağır ayak kokusunu gizleyemiyor.
Bu "ağır ayak kokusu" bahsine birazdan değineceğim, önce küçük tanıtım bilgileri verelim:
Paralel kanallarda sıklıkla simasını gösteren bu zat, Birikim dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapmaktadır. Solcudur. Ağır sosyalisttir. TSK'dan atılma bir subay olduğu söyleniyor. Bilmiyorum... Belki de kendi ihtiyarıyla ayrıldı. Üniforma altında devrimi mümkün göremediği için belki de.
Murat Belge'ye hayrandır.
Murat Belge'nin ağzından dökülmüş en saçma söze bile "nas" muamelesi yapmaktadır.
Biraz da ağzı bozuk bir adamdır. "Terbiyesiz" demek istemiyorum. Böyle olmadığı için değil... Onunla aynı irtifadan seslenmek istemediğim için. Bu satırların yazarına yazdığı bir mailde, medeni bir insana, şerefli bir aydına, sosyalist bir öndere yakışmayacak çirkinlikte sözler sarf etmiş, hak ettiği cevabı alıp oturmuştur.
İşbu Ömer Laçiner, geçenlerde paralel bir televizyon kanalına kurulmuş, "AK Parti yüzde 40'ı geçerse, demokrasi dışında mücadele edilmelidir" diye atıp tutuyordu.
Daha önce de (30 Mart yerel seçimi öncesinde de) benzer laflar etmiş, "Erdoğan'ın demokrasi dışı yollarla mutlaka indirilmesi gerektiğini" söylemişti. (Yahu hani siz darbelere karşıydınız!)
İndirmek de yetmiyordu.
Mesele bundan sonra başlıyordu.
Nasıl?
Kendisi anlatsın: "Bundan sonra asıl mesele son iki yüzyıla damgasını vurmuş problematiğin geride bırakacağı tahribatın üzerinden gerçekten yeni bir Türkiye'nin bu tarihsel bilançonun dersleriyle donanmış olarak nasıl inşa edilebileceğidir."
Bir şey anlamadınız, değil mi?
Anlayamazsınız.
Çünkü Türkçe bozuk, anlatım bozuk, kavramlaştırma bozuk.
Ömer Laçiner'in anlatamadığını, daha az entelektüel olan ve daha az kavram bilen Soner Yalçın şöyle izah ediyordu: "Sandık Türkiye'yi gericileştiriyor. Bu halkla da olmuyor. Sil baştan halkı eğitelim."
Halkı Ömer Laciner de beğenmiyor ve (herhalde) eğitmek istiyor. Halk denildiğinde (daha doğrusu halkın seçtiği yöneticilerden bahis açıldığında), burnuna "ağır ayak kokusu" geliyor.
Oysa, birkaç yıl öncesine kadar, aynı halkı, "otantik Anadolu burjuvazisi" diye selamlıyordu ve "burjuva demokratik devrimimizi" (AKP'nin de ittirmesiyle) bu halk eliyle tamamladığımızı söylüyordu.
Ömer Laçiner, şimdi hem halktan nefret ediyor, hem de halkın seçtiklerinden. Ve halkın seçtiklerine (Erdoğan'a) şerefli bir akıbeti çok görüyor. Çünkü Laçiner'e göre "Erdoğan, şerefli bir son hakkını çoktan kaybetti..."
Herhalde astıktan sonra cesedini köpeklere parçalattıracaklar.
Bu kadar düşürdüler kendilerini.
Bu kadar delirdiler.
Delirmenin boyutlarını görebilmeniz açısından, bir vecizesini daha aktarıp kapatalım: "İlk defa bir insandan tiksindim. Daha öncekilere kızardım. Onunla mücadele edince insanın eline iğrenç bir şey sıvaşıyor."
Ben de şunu söylüyorum:
Murat Belge'yle aynı sofrada yutkunmak, ruhunuza sinmiş ağır ayak kokusundan kurtarmaya yetmiyor sizi Ömer Laçiner... İradesini hiçe saydığınız bu halk da sizden tiksiniyor. Daha doğrusu, biz de sizden tiksiniyoruz!
1908'den beri siyaseten var olamadınız, bundan sonra da var olamayacaksınız... Hırsınızda boğulacaksınız... Ya da istikbaldeki darbeye nefer yazılıp, Emin Çölaşan, Bekir Coşkun, Mahmut Esat Bozkurt, Yekta Güngör Özden, gibi "değer"lerle anılacaksınız.
Ahmet Kekeç / Star