Seçim sath-ı mailine girdiğimiz şu günler, siyasi partilerin oy kapma yarışlarına da şahitlik etmemizi sağlıyor. Siyasi partilerin absürd vaatleri genelde eski seçimler üzerinden hatırlanırken aslında içinde olduğumuz seçim süreci de mazotun bir lira olduğu o eski günleri aratmıyor. Uzun yıllar üniversitelerde ders vermiş iletişim uzmanı, gazeteci-yazar Ali Saydam'la siyasi partilerin afişlere yansıyan vaatlerini dünden bugüne yeniden okuduk. Saydam'ın siyasetin iletişim diline ilişkin tüyolar da verdiği konuşması, vaatle güven arasındaki doğru ilişkiyi öne çıkarıyor.
Seçim süreçlerinde partiler kampanya belirliyor. Bu kampanyalar çeşitli vaatleri de içeriyor. Bu vaatlerin seçmen üzerinde gerçekten belirleyici bir etkisi var mı yoksa sadece ortadaki seçmeni mi etkiliyor? Sahiciliği nedir bunun?
Vaadi tamamlayan şey güvendir. Vaatte bulunan kişi ya da partiye belli bir güven duyulmuyorsa ortaya atılan vaat hiçbir karşılık bulmaz. Söylenen söz havada kalır. Vaat, güven unsuruyla bütünleşmek zorundadır. Bütünleşmiyorsa vaadinizin bir önemi kalmıyor. Mesela Cumhuriyet Halk Partisi bin 500 lira diyor asgari ücret için, HDP bin 800 lira, Saadet-Büyük Birlik Partisi ortaklığı da iki bin lira diyor. Haydar Baş Bey'in partisi beş bin lira ile en çok veren… Şimdi bu listeye göre en tahrik edici olan Haydar Baş Bey'in vaadi, beş bin lira. Düz mantıkla bütün oyların partisine gitmesi gerekir. Ama gitmiyor, neden? Bahsettiğimiz o güven unsurundan dolayı. 'Bunu gerçekleştirme ihtimali yok' diye algılanıyor çünkü. Mesela evlilik de bir vaat üzerine kurulur ve geçmişine bakarak insana kız vermezler. Geleceğe bakarak kız verirler, bu delikanlı bizim kızımızı iyi tutacak mı denir mesela.
Ama biraz da geçmişine bakılır...
Geçmişe değerler manzumesi açısından bakılır. Zaten kültür ve değerlerde buluşulmuyorsa masaya oturulmaz, vaat dinlenmez bile. Komünist Parti'nin Türkiye'de hiç karşılık bulmaması değerlerle ilgilidir. Bahsettiğimiz o güvenle vaat arasında dolaysız bir ilişki var. Biri ne kadar yükselirse diğeri de o kadar yükseliyor. Vaadin kendisine gelince. Bizim iletişim dünyasında fabrika çıkışı denilen, default denilen bir şey var. Yani olduğu için insanların ve sistemin ödüllendirilmediği ama olmadığı zaman cezalandırıldığı alanları kastediyoruz bununla. Bir insanı her gün duş alıyor diye ödüllendirmezler ama kokuyor diye cezalandırırlar. Default alan dediğimiz bu alanla ilgili vaat sunmanın bir anlamı yoktur.
Yani "biz maaşları zamanında ödeyeceğiz" gibi bir vaat olmaz.
Yaklaştığımız seçimlerle ilgili böyle bir şey mi gördünüz ki?
E tabi, bir sürü laf ebeliği yapılıyor. Fabrika ayarları denilen alanla ilgili vaat oluşturulamaz. Demek ki vaadin sahiciliği için iki şey gerekiyor: birincisihalkın talep ve ihtiyaçlarını doğru okumak, ikincisi de bu hedef ve ihtiyaçları karşılayabilecek güven ortamı kurmak. Şimdi bakın iktidarlar niye yıpranır? Ak Parti yıpranmadı şimdiye kadar. Bunu da bir tarafa koyalım, bu çok büyük bir özelliğidir Ak Parti'nin...
AK PARTİ'NİN BAŞARISI MAKUL OLANI KABUL ETMESİDİR
Direkt söyleyin, neden yıpranmadı?
Aklın ve liyakatin, işi ehline bırakmanın peşinden gittiği için… Örnek verelim, Kemal Derviş'in getirdiği ekonomik planlara 'Bu IMF'nin adamıdır, hiç bakmayalım' demedi. Geliştirerek o programı uyguladı. Makul olanı kabul etti yani. İkincisi, ne dediyse yaptı Ak Parti. Yıpranmamasının sebebi budur. Sağlık sistemi mesela, gençler çok önemsemiyor, hatırlamıyor ama devrim niteliğinde işler yapıldı. Bırakın Sosyalist idareyi, Komünist idarede olmayacak işler yapıldı sağlık sektöründe.
İktidarlar niçin yıpranır diye sormuştunuz…
Öncelikle vaatlerini yerine getiremediği için yıpranır. Vaadin doğru algılanabilmesi için güven unsurunun tesis edilmesi lazım. Bu yüzden Demokrat Parti öyle 'üç lira vereceğim, beş lira vereceğim' diye iktidara gelmedi 1950'de. 'Söz Milletindir' diye geldi. Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasi kampanyasıydı o.
CEM UZAN'IN YÜZDE 7'Sİ KONJÖKTUREL BİR ŞEYDİ
Güven meselesiyle ilgili şöyle bir soru geliyor haliyle. Güven dedik ama Cem Uzan, bulunduğu sosyal zümrenin tersine kafasına kasket takarak, astronomik vaatler vererek karşılık buldu, yüzde 7 alabildi?
O vaadin karşılık bulmasının nedenlerini doğru analiz etmek lazım. Kendisine duyulan güvenden değil, ülke siyasetinin o günkü şartlarıyla ilgili bir şey. 2002 öncesi kriz konjonktüründe koalisyon iktidarının ülkeyi suiistimal etmesi fotoğrafını unutmamak lazım. O konjonktürde, çökmüş bir ülkenin genç, dinamik, cesur ve mağdur da edilmiş bir genel başkana sahip partisi olarak ortaya çıkmıştı. Sadece bu da değil, elinde yaygın izlenme oranlarına sahip Türkiye'nin ilk özel televizyonu vardı Uzan'ın. Bütün bu unsurlar bir araya gelince o tablo ortaya çıktı. Bugünkü konjonktür bu değil, kimse çıkıp da Türkiye batıyor falan diyemez. Bakın Kılıçdaroğlu bile 'Türkiye, dünyanın en gelişmiş yirmi ekonomisinden biridir' diyor, kaynağı nereden bulacaksınız sorusuna.
CHP toplumsal değerlerle çatışıyor
CHP'nin 'alkışlıyoruz' kampanyasını nasıl buldunuz?
Türk toplumu için özellikle geçerli olan bir düstur vardır, siyasi iletişim için bence bu çok önemlidir. Afişlerin dünden bugüne seyri de bunu doğruluyor aslında, 'gerçeğin tamamı aptala söylenir' derler. Bu yüzden tekâmül etmiş insana, mutlaka zekâ ve hafızalarıyla bir alan bırakmak gerekir. Afişlerin de bu şekilde tasarlanması gerekir. Bu açıdan bakınca değerlerimizle çatışıyor olması bir kenara CHP'nin 'Alkışlıyoruz' kampanyası iyi bir kampanyadır.
Ancak alkış, protesto aracı değil, bir kutlama aracı bizde...
'Değerlerimizle çatışıyor olması bir kenara' dedim zaten. Bu açıdan değerlerimizle çatışıyor. Ha bunun yanında Cumhuriyet Halk Partisi'nin geçmişi özürlü tabi.
İletişim açısından mı?
Hayır, güven telkin edecek bir geçmişi yok. Geçmişinde ne var, tek parti dönemi, zulüm var, baskı var, İnönü'nün paraların üzerinden ve resmi dairelerden Atatürk'ün resmini kaldırıp kendi resmini koydurması var. Bir de girdiği her seçimi kaybeden bir parti CHP. Sadece Kılıçdaroğlu'nun kaç seçim kaybettiğini düşünün. Başka yerlerde bu kadar mağlubiyet sonrası insanlar bırakıyorlar siyaseti. Japonya'da harakiri yapıyorlar.
Sadece Kılıçdaroğlu için söylemiyorum, seçim kaybeden biri ertesi seçimde seçmenin karşısına çıkıp 'Benim hayatım bir başarı hikâyesidir' diyebiliyor.
Daha da feci şeyler söylüyor. Mesela 'devlet memuru' algısı, Türkiye'nin büyük kısmında nasıl bir algı yaratır? Masa başında oturup vatandaşa kötü davranan, bugün git yarın gel diyen asık suratlı bir algı. Kemal Bey diyor ki, 'Ben 22 yıl devlet memurluğu yaptım.' Bunu bir kıvanç vesilesi gibi söylüyor. Yani güven ve vaat arasındaki ilişki kopuk CHP'de.
AK Parti'de?
Erdoğan, güvenin garantisidir. Niye böyle söylüyorum? Bakın iki örnekle açıklayayım: Birincisi, yalvardılar baskın erken seçim yapalım diye. Silme götürürüz dediler. Hayır dedi, seçimler zamanında olacak dedi. İkincisi, üç dönem kuralını kaldıralım dediler, bir sürü insan baskı yaptı, kesinlikle kabul etmedi.
Dış politikaları yok çünkü vizyonları yok
Farklı partilerin eski seçim afişlerine baktığımızda öne çıkan birkaç başlık olduğunu görüyoruz. Eğitim, ekonomi ve dış politika… Bu başlıklardan bazılarını da bazı partiler daha vurgulu seslendiriyor.
Doğrudur. Mesela bu baktığımız afişler arasında Hür Parti'nin sloganında 'Öküzünü 3 liraya nallıyordun şimdi 15 liraya nallıyorsun' diyor. Bu enflasyon üzerine kurulu bir seçim çalışması… Veya 'Kuyruk artı yokluk, eşittir DP' demiş yine. 'İlaç, parça, lastik, peynir yok, İşte DP kalkınması'… Tespitin doğru, daha ziyade ekonomik temelli bir dil kurmaya çalışmışlar. Bak şu afiş, 'CHP'nin özü sözü birdir' afişi. Şu anda aynısını söylüyor değil mi? 'Benim sözüm sözdür' diyor. Kırk yıldır bir gram ilerleyememiş CHP. Göstergesi de serbest yapılan seçimlerin hiçbirinde tek başına iktidar olamamasıdır.
CHP'yi konuşuyoruz diye sorayım, dün de bugün de dış politika merkezli bir afişleri yok.
Oysa iddiaları, Davutoğlu döneminde Türkiye'nin dış politikasının çöktüğü yönünde. Bir teklif sunsunlar, sunamazlar niye çünkü vizyonları yok. Bak ben sana sorayım, Suriye konusunda, Kıbrıs konusunda, Yunanistan'la ilgili görüşleri nedir?
Siyasi tarihin en etkili afişi Menderes'in afişiydi
Menderes'in afişini en etkili siyasal kampanya afişi olarak tanımlamıştınız. Geriye doğru tararsak hem geçmişin hem de bugünün başarılı vurgularını konuşsak…
Evet en etkili afiş "Yeter söz milletindir" afişidir. O döneme baktığımız zaman tek radyo var ve CHP'nin elinde, gazeteler CHP'nin elinde, muhalif bir şey yazdığında kâğıt vermiyor CHP. Hiçbir şeyin yok, tek bir afişle CHP'nin bütün baskısını yerle bir ediyorsun. Ve Demokrat Parti'nin asıl vaadi, demokrasi idi. Bunun dışında "Dört Eğilimin Birleştirilmesi" vardı Turgut Özal'ın.
Bu kampanyaların ikisinde de 'size mazot vereceğiz, size para vereceğiz' yok.
Evet, yok. Biri demokrasi diğeri toplumun birleştirilmesi…
Ak Parti'nin de çıkış sloganı benzer bir şeydi…
Üç Y'yi kullanmıştı Ak Parti. Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasaklar demişti. Şimdi de en etkili olan "Yeni Türkiye" sloganıdır. Bunu tam olarak açamamalarına rağmen üstelik…
Bugünkü fotoğraf?
Bugünkü fotoğraf çok enteresan… Ak Parti'ye gidecek oyların büyük kısmı istikrarın sürmesi isteğinden kaynaklanacak. Ak Parti'ye 2007'de verilen oylarla şimdi verilecek oyların gerekçesi farklı. O zamanlar Ak Parti, sistemi değiştirecek bir alternatif olarak görülüyordu. Şimdi büyük oranda mevcut istikrar ve büyümenin devam etmesi için insanlar oy verecek. Korkuyor millet, CHP-MHP koalisyonunda ülkenin bir maceraya atılmasından.
SOSYAL MEDYANIN GÜVENİLİRLİĞİ YOK
Bugün en etkili iletişim kaynağı nedir peki? Bazı partiler twitter'a reklam veriyor...
En etkili kaynak televizyon hala… Peşinden gazete. Sosyal medya falan karşılıkları yok bunların. Güvenilirliği yok çünkü. Güven unsuru hala sosyal medyada çok düşük çünkü.