Sene 2006. Türkiye, hâlâ Ermeni ve Kürt meselesindeki tabuların gölgesi altında ilerlemeye çalışıyor. Hrant Dink, Almanya'da, Henri Hannen Basın Özgürlüğü Ödülü'nü alıyor. Alman Bakan ve senatörlerin de bulunduğu salona hitap ettiği konuşmasında, Dink'in 301 davalarından, nasıl hedef gösterildiğinden, Türk hükümetinden şikâyet etmesi beklenirken, o büyük adam şöyle diyor:
"...Biz yazarlar ve çizerler genellikle sadece bazılarının değil, herkesin canını sıkarız ve belki ben bugün sizin canınızı biraz sıkacağım. [Sunucu] önemli bir tarihten bahsetti, halkımın yaşadığı trajediden bahsetti. Evet, orada 4.000 yıldır yaşayan bir halk vardı, önemli bir uygarlık yaratmışlardı ve artık yoklar ya da çok azı geride kaldı. İyi ama bunun sorumlusu sadece Türkler miydi? Acaba siz Avrupalıların da bir sorumluluğu var mıydı?
Acaba bu soruyu kendimize sormamız gerekiyor mu? Eğer bu soruyu sorarsak, bugün ne yapmamız gerektiğini de çok daha net ortaya koyabiliriz. Evet, hepimizin, Avrupalıların da acıların yaşanmasında sorumluluğu var. Ama bugün o acıları artık telafi etmenin fırsatı da var. Ve size
Türkiye'den bahsetmek istiyorum. Dışardan çok karanlık, çok dindar, çok milliyetçi gözükebilen bir ülkeden bahsediyorum ve ben o ülkenin içinden geliyorum. Ama o ülke karanlık bir ülke değil! Aydınlanıyor ve biz onu aydınlatmak için çaba sarf ediyoruz. Ve sizlerden beklentimiz bize bu çabamızda doğru şekilde destek vermeniz..."
Sene 2015. Türkiye, Ermeni ve Kürt meselesindeki tüm tabularını yıkmış, devletin resmî söylemi 180 derece değişmiş, 301 davaları bitmiş, 2011-12'de paralel yapının hapse attığı gazetecilerin hepsi serbest kalmış, vs. Hasan Cemal, Amerika'da, 'Louis M. Lyons Gazetecilikte Vicdan ve Dürüstlük Ödülü'nü alıyor.
Cemal, tam da kendisinden beklendiği gibi, ülkesinin Kürt meselesindeki açılımlarından, ayrılıkçılığı savunan siyasî partiler bile olduğundan, 1915'i Başbakanlık makamının 'gayri insani neticeler doğuran hadise' olarak nitelediğinden, bunun bir zihniyet dönüşümü olduğundan, bu husustaki ifade özgürlüğünün önü açıldığı için rahatça soykırım tezini savunan bir kitap yazdığından ama buna rağmen dedesi üzerinden kondukları Ermenilere ait mallardan da vazgeçemediğinden bahsetmiyor!
Bilakis Türkiye'nin dikta baskısı altında yaşadığından, Erdoğan'ın diktatör olduğundan, ülkemizdeki medya düzeninin 'korkutulmuş' olduğundan bahsedip, dolayısıyla kendisinin de cesareti nedeniyle kovulduğunu (patronunu eleştirdiği için hâlbuki) ima ederek olabildiğince karanlık bir Türkiye tablosu çiziyor.
Bana sorarsanız, '1915'te ne kaybettik?' sorusunun cevabını, tehcir mağduru ataların torunu Hrant Dink ile, 1915'in uygulayıcısı Cemal Paşa'nın torunu Hasan Cemal arasındaki bu mesafede aramalıyız biraz da.
"Kim, tedavi edecek bizi? Fransız senatosunun kararı mı? Amerikan Senatosu'nun kararı mı? Kim reçeteyi verecek? Kim bizim doktorumuz? Ermeniler Türklerin doktoru, Türkler de Ermenilerin doktoru. Bunun dışında doktor, ilaç, hekim, mekim yok! Diyalog tek reçete, doktorsa birbirlerinin doktorudurlar" diyen Hrant Dink'e saygıyla...
Hilal Kaplan / Sabah