Ali Taran'ın hazırladığı "CHP reklamı" filmleri, daha doğrusu bu kampanyanın açılış adımları olan kısa "teaser" filmleri, muhalif yazarlar tarafından pek beğenilmedi, daha doğrusu pek anlaşılamadı.
Bir trafonun önünden kedi geçiyor, duvarda da "milletçe alkışlıyoruz" yazıyor... Bu ne demekmiş?
Canım belli işte, "kedi dediler ama elektrikleri Tayyip kesti" falan filan. Twitter zevzeklerinin yüz kırk vuruşluk beyin kapasitelerine uygundur.
Fakat parti, yayınladığı "iletişim ilkeleri" broşürüyle Ali Taran'ın özene bezene düşündüğü kampanyanın bu "meraklandırma" bölümünü piç etti.
Alkışın kerameti daha şimdiden anlaşıldı: "Görülmemiş" bir protesto eylemi yapacaklarmış. Gene "laf yetiştirme" politikası yani, bir CHP klasiği.
Alkışla protesto!
Alkış eyleminin ölçülerini ve sınırlarını da saptamışlar: 120 saniye sürecekmiş (saati kim tutacak?)
Slogan atılmayacak, şarkı söylenmeyecek, düdük çalınmayacakmış (bakın burası çok önemli, düdük yok, düdük hiç olur mu, düdük işi bozar.)
Alkış eylemi ibadethane, hastane, kabristan, cenaze töreni, ilk ve orta öğretim okulları gibi yerlerde asla yapılmamalıdır, diye de uyarıyor parti. Sonra başımıza dert almayalım.
"Duran adam" eylemi, "kaldırım boyama" eylemi gibilerden bir "abesle iştigal" örneği.
Seçmen çok etkilenecek... Koyu Tayyipçi vatandaş, alkışı duyunca, Kwai Köprüsü filminin sonunda aklı başına gelen Albay Nicholson gibi elini alnına vuracak, "ben ne halt ettim" diyecek ve hemen CHP'ye oy vermeye koşacak!
Partilerin, daha şimdiden kafamızı ütülemeye başlayan o Allah'ın cezası seçim otobüsleri gibi, bu reklam filmlerinden neyi ne kadar umdukları hep merakımı uyandırmıştır...
Reklamcıya para kazandırmaktan başka bir yararları yoktur, eh, memleket ekonomisine de bir nevi katkıdır sonuçta.
1995 seçimlerinde ANAP müthiş bir atılımla Fransa'dan ünlü reklamcı Jacques Seguela'yı getirtmişti... Adamcağız oturdu, gerçekten de çok çarpıcı, çok "alafranga" bir kampanya hazırladı: Kısa kısa fotoğraflar ve hızlı hızlı kesmelerle ANAP öncesi anarşi, kaos, vs. vs. hatırlatılıyor, "ANAP ülkeyi bütün bunlardan kurtardı" denilmek isteniyordu...
Ancak, bu kampanyanın "seçmenin hiç de bilmemneresinde olmayacağını" sezen Mesut Yılmaz (sanırım Berna bacımın da etkisiyle) kaldırdı hepsini çöpe attı.
Onun yerine, "yerli" bir film hazırlattı: Filmde Mesut Yılmaz bir "takayla" İstanbul kıyılarına doğru ilerliyor (Rizeli ya), bir yandan da o günlerin pek moda bir şarkısından tornistan edilmiş "oy Mesut denizleri aş da gel kurbanın olam, kurtar bizi buralardan ne olur" şarkısı çalıyordu... Kimileri de "buralardan"ı "bu kadından" (tabii ki Tansu Çiller'den!) şeklinde söylüyorlardı.
Film etkili oldu ama seçimi kazanmaya yetmedi.
Aliciğim sen beni boşver, CHP'nin parası boldur, almaya bak. Dubai'de falan afiyetle yersin.