Bir dönem Yeni Şafak'ta görev yapan, Gerçek Hayat'ı kuran isimlerden biri olarak bilinen gazeteci Levent Gültekin, Paralel Yapı'ya yakınlığı ile bilinen bir gazeteye röportaj verdi.
Gültekin röportajda, AK Parti'de iki grup olduğunu öne sürdü. 'Tayyipçiler'in 1500 lira maaşla çalışan yoksul insanlar olduğunu, 'Erdoğanistler'in ise "100 bin lira maaş alan devşirmeler" olduğunu savundu.
Levent Gültekin'in iddiaların eski gazetesi Yeni Şafak'tan İsmail Kılıçarslan yanıt verdi.
Kılıçarslan, Gültekin'e, "'Abi, bahsettiğin o Erdoğanistler iddia ettiğin o paraları alırken sen de üst düzey yönetici idin o kurumlarda. Sen kaç para alıyordun?' demezler mi adama" diye seslendi.
İşte o köşe yazısı;
- Recmen bil gayb
Kur'an'ın 'spekülasyon' kelimesi için önerdiği muhteşem bir karşılık vardır: Recmen bil gayb. Yani gaybı (bilinmeyeni) taşlamak.
Kehf Suresinde karşımıza çıkan bu tanım, o mağarada uyuyan salih kulların ne yaptıklarıyla, niçin uyudukları ve niçin uyandıklarıyla değil de kaç kişi olduklarıyla ilgilenen aymazlar için söylenmiştir.
Ayetin meali şöyledir: 'Kimileri 'üçtür, dördüncüleri de köpekleridir' diyecekler. Kimileri de 'beştir, altıncıları köpekleridir' diyecekler. Her ikisi de gaybı taşlamaktır. Bir kısmı da 'yedidir, sekizincileri köpekleridir' diyecekler. De ki 'Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir; onları insanlardan ancak pek azı bilir.' Artık bunlar hakkında bildirilenin dışında bir tartışmaya girişme ve bunlar hakkında hiç kimseye bir şey sorma.'
Son zamanlarda memlekette yaşanan bir takım hadiseleri 'recmen bil gayb' tanımı üzerinden düşünmeyi sevgili ağabeyim Zihni Yıldız önerdi sağ olsun. Gerçekten de, bu tanıma uyacak pek çok şey yaşadığımız aşikâr.
Olayla, durumla, yaşananlarla ilgilenmek yerine, meselenin en olmadık yerleriyle ilgilenip spekülasyon üretmek en kadim hastalıklarımızdan biridir ne yazık ki.
Mesela şu: Memleketimizin Cumhurbaşkanı, memleketimizin Başbakanının bir icraatını beğenmediğini açıkça beyan ettiğinde, şayet gazeteci iseniz, doğru bir gazetecilik üretmekle ilgili dertleriniz varsa ertesi gün o açıklamayı gazetenizin manşetine ya da birinci sayfasına taşırsınız. Dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir Cumhurbaşkanı, 'yerine bıraktığı' Başbakanı bu kadar net eleştiriyorsa bu haberin ederi ya manşete çekilmek ya da ilk sayfadan görmektir.
28 Şubatta Dolmabahçe'de yapılan bir toplantıyı hem de epey sert sözlerle eleştiren bir Cumhurbaşkanını manşet ya da ilk sayfa haberi yapmayacaksın da ne yapacaksın? 'Yurt haberleri' bölümüne mi koyacaksın?
Bu önemli haberi manşetine taşıyan gazeteleri ve gazetecileri 'Erdoğan istedi, bu yandaşlar da yayınladı' aymazlığı ile bir sosyal medya kampanyasına çevirmenin âlemi var mı?
Nitekim Hürriyet, Habertürk ve Milliyet gibi bazı gazeteler de 'doğru gazetecilik' yaparak Cumhurbaşkanının açıklamalarını ya manşetten ya da ilk sayfalarından görmüşler. Ama sosyal medya kampanyasında bu gazetelerin manşetleri yok. Hal böyle olunca da meselenin üzüm yemek değil de 'gaybı taşlamak' olduğu kabak gibi sırıtıyor.
Son zamanlarda çok meraklısı var bu 'recmen bil gayb' işinin. Mesela, 'esnaftan biri' olarak tanıyıp, son zamanlarda ekranlarda kanaat önderliği yaparken izlediğim bir abimiz, verdiği söyleşide, '100 bin lira maaş alan yandaş yazarlar var' diyerek gaybı taşlamanın feriştahını sergilemiş.
Hadi şu meşhur ve cıvık 'yandaş' tanımına itirazımı bir kenara koyayım şimdilik. Zira bendeniz yandaş değil tarafım. Böyle olmaktan da gurur duyuyorum. Ancak bu 'esnaf abimiz', aralarında benim de olduğum onlarca insanı fütursuzca, umarsızca itham ediyor. Anlamsız bir iftira zincirine dahil ediyor herkesi.
Gerçi, bu abimizin 'taraf' bir gazete olarak Yeni Şafak'ı o listeye almadığını düşünüyorum büyük bir hüsn-ü niyetle. Yeni Şafak'ın 'özel' durumunun her daim farkında olduğunu, olacağını varsaymak istiyorum. Ancak yine de, verdiği söyleşi ile elde etmek istediği her neyse, bunu yaparken vaktiyle pek çoğuyla yol yürüdüğü, kahve içtiği, okey oynadığı arkadaşlarını daire satar gibi satmasını anlayamıyorum.
Bakın şunu anlarım. Bu abimiz çıkar ve aslanlar gibi, vaktiyle yöneticilik yaptığı medya organlarında '100 bin lira' aldığını bildiği, kendi tabiriyle 'Erdoğanist' isimleri sıralar. Biz de, deriz ki 'vay arkadaş, 28 Şubat'tan bu yana Türk medyasında alındığını hiç duymadığımız paraları demek ki bu Erdoğanistler alıyormuş.'
Hala sıkı dostluklar yaptığı, ne bileyim alışverişi falan sürdürdüğü onlarca insanı bu denli kolayca harcayabilmesine, bu denli kolayca iftira edebilmesine şaşırıyor ve üzülüyorum.
'Abi, bahsettiğin o Erdoğanistler iddia ettiğin o paraları alırken sen de üst düzey yönetici idin o kurumlarda. Sen kaç para alıyordun?' demezler mi adama sonra?
Hatta belki şunu dahi sorabilirler: 'Parada mı anlaşamadın abi?'
Gaybı taşlamak için kullandığın taşların günün birinde bumerang gibi sana dönmeyeceğinden emin misin?
Korkum o ki uyandığında, o mağaradaki uyuma sürenin aslında 'bir gün' olduğunu düşüneceksin. Biz de sana 'abi, aradan çok yıllar geçti yahu' diyeceğiz.
Ne diyordu Feyeraband: 'O disklerde tam olarak ne vardı diye soruyorum kendime bazen. Niçin frene basınca durmadı o araba? Demek ki disk meselesi oldukça önemli yeğenim. Arabanın gitmesi kadar durması da mühim zira…'