Hep hakaret diliyle konuşuyorlar... Sadece aşağılıyorlar... Bir "kendini ifade etme aracı" olarak "tahkir", yerine ve duruma göre "sanat" değeri kazanabilir. Alegorik ifadelerle, zekice benzetmelerle, ışıltılı göndermelerle muhatabınızı itin bilmem neresine sokabilirsiniz, takdir de alırsınız. Matbuatımızda, sayıca az da olsa, bunun örnekleri var.
Cengiz Çandar yordamlarıyla kalkışırsanız, yaptığınız şey "sanat değeri" kazanmaz. "Terbiyesiz" derler.
Terbiyesizliği temellük etmiş insanlar, genellikle "eleştiri hakkımı kullanıyorum" diye savunurlar kendilerini. Eleştiriyle hakaret arasında kap kalın bir çizgi bulunduğunu ve farklı durumlara işaret ettiğini idrak edemeyeceğinizi düşünürler...
Başkasının zekâsıyla alay etmek de terbiyesizliktir oysa ve Cengiz Çandar gibiler bunu sıklıkla yapıyor.
Bir tarihte, aralarında bu satırların yazarının da bulunduğu gazeteci gurubu, artık sadece "tahkir dili"yle konuşan Cengiz Çandar'ın köşesinde şu ifadelerle ağırlanmıştı: "Troller, tetikçiler, yandaşlar, kalemini AKP'ye peşkeş çekenler..."
Buna verilebilecek en iyi karşılık şu olurdu: "Sen de Wolfowitz'in tetikçisisin ve Wolfowitz adına ülkeni tehdit ediyorsun." Üstelik bu, haksız bir karşılık da olmazdı.
Hayır, konu Cengiz Çandar'ın ettiği küfürler değil.
Bir "huzursuz" ruh haletini yazmak istiyorum. Bu "halet"tekilerin başını Cengiz Çandar çektiği için, söze onunla başladım.
Üzülüyorlar...
Barış ihtimali uykularını kaçırıyor...
Kürt meselesinde çözüm umudu belirdikçe huzursuzlukları artıyor...
Biri ("Kürt meselesinin taşıyıcısı ve barış havarisi" olmakla övünen bir liberal), çözüm süreci başlayınca dağa çıkmıştı. Kim olduğunu biliyorsunuz. Hasan Cemal'den söz ediyorum. PKK ne karşılığında silah bırakacaktı? Bırakmamalıydı. Bu Tayyip Erdoğan'a da fazla güvenmemeliydi; her an Kürtleri satabilirdi.
Hasan Cemal, dağda başladığı ikna turlarına köşesinde devam etti. Etkili olamayınca, İmralı'ya yöneldi. Öcalan'ı ikna etmeye çalıştı. Öcalan büyük düşünmeliydi, Erdoğan'ın yörüngesine girmemeliydi.
İmralı üzerinde de müessir olamayınca, doğrudan konuya girdi ve örtük ifadelerle Öcalan'ı "davayı satmakla" suçladı.
Kürtleri "büyük düşünmeye" davet eden liberal kalemlerden biri de Mehmet Altan...
Mehmet Altan daha net... Kıvırmıyor... Meramını anlatırken, Hasan Cemal gibi bin dereden su getirmiyor. Bodoslamadan giriyor konuya ve takır takır saydırıyor...
Mesela, bir yazısında şöyle diyordu: "Ey Kürtler; Kobani'yle birlikte, Batı'nın Ortadoğu'da aradığı model toplum olarak tam desteğini kazanabileceğiniz, bağımsız devletleşmeyi başarabileceğiniz olağanüstü bir tarihsel fırsat yakaladınız. Şimdi AKP ile dar bakışlı yerel bir barış yapmanın değil, çok daha geniş ve büyük düşünüp, hayranlık yarattığınız Batı'nın desteği ile bağımsız devlet için savaşmanın zamanı."
Cengiz Çandar ne diyor?
Cengiz Çandar da, Abdullah Öcalan'ı, Türkiye Cumhuriyeti devletiyle pazarlık masasına oturmakla suçluyor... "Abdullah Öcalan, Abdullah Öcalan olmaktan çıkmış, adeta AKP'nin elinde joker olarak tuttuğu bir karta dönüşmüş..." (Bunları, Wolfowitz adına ülkesini tehdit eden Cengiz Çandar söylüyor.)
Ne olacaktı yani?
Eski Abdullah Öcalan hüviyetini kazanmak için, başka devletlerle mi pazarlık masasına oturacaktı, Wolfowitz'in yörüngesine mi girecekti, "çözümü filan unutun kardeşim, silahlı mücadeleye devam" mı diyecekti?
Ne olsun istiyorsunuz?
Sizi ne teskin eder?
Daha çok kan aksın... Daha çok insan ölsün...
Bu mu?
HAMİŞ:
Bu yazıdan sonra Cengiz Çandar'dan, içinde "Ak troller" geçen edebi bir makale bekliyoruz... Bunu yapsın. Ona çok güzel kapaklar hazırladım... Yer kalmadığı için, barış yanlısı "dindar Kürtler"den istenen verimi alamadığı için üzülen ve CHP'yle yan yana durma karar alan Murat Belge konusuna giremedim. Bağışlasın.
Ahmet Kekeç / Star