Ahmet Kekeç / Star
Bank Asya'nın yönetimi kısmen TMSF'ye devredildi. Bir "el koyma" yok elbette. İşlem, BDDK'nın talebi üzerine gerçekleşti.
Konunun uzmanları ve hukukçular daha detaylı bilgiler aktaracaklardır. Aklımın kestiği kadarıyla söyleyeyim:
Bu girişim, iddia edildiği gibi, "banka batırma"yı hedeflemiyor.
Devlet, ekonomi yönetimini zaaf içinde gösterecek ve mali piyasalara zarar verecek bir duruma neden yol açsın?
Dolayısıyla, müridanın "para yatırmaya geldik, bankamızı yedirmeyeceğiz" diye banka önünde uzun kuyruklar oluşturması gerekmiyor. Korkmasınlar, bankaları batmaz.
TMSF, bundan önce de benzeri tedbirler almıştı.
Hatta "usulsüz harcamaları" gerekçe göstererek bazı bankalara el koymuştu.
Bu defaki girişim, BDDK'nın "denetlemek istiyorum" talebi üzerine gerçekleşti.
BDDK, adı üstünde, devlet adına "denetleme ve düzenleme" yapan bir kuruluş. Yasaların verdiği yetkiyi kullanmıştır, kullanacaktır. Mesele de bundan ibarettir.
Cemaate yakın çevreler, işbu yönetim değişikliğinin "siyasi bir tasarruf" olduğunu ve "doğrudan" Bankasya'yı batırmayı hedeflediğini iddia ediyor.
Bu ne ölçüde böyledir?
Ben böyle olduğu kanaatinde değilim.
Biraz yukarıda, "bankaları" ifadesini kullanmıştım.
Mesele bu olabilir mi?
Kamuoyunda "Bankaları da var!" algısına yol açan bu sahiplenme biçimi, devlet açısından "problemli" görülmüş olabilir mi? ("Polisleri, savcıları, okulları, dershaneleri var... Bankaları da varmış!" dedirtecek, problemli bir sahiplenme biçimi.)
Daha açık söylemek gerekirse şu:
Devlet, bir süredir, "milli güvenliğine" yöneltilmiş bir "tehdit"ten söz ediyor...
Dışişleri Bakanlığı'ndaki güvenlik toplantısının faş edilmesi, MİT TIR'larına yapılan baskın, kriptolu telefonların dinlenmesi, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'a yönelik "fiziki takip", Türkiye'yi "teröre destek veren ülkeler" listesine sokmak için gösterilen "olağanüstü gayret", devletin neredeyse bütün birimlerinin tarassut altına alınması ve elde edilen bilgilerin internet aracılığıyla dolaşıma sürülmesi...
Devlet, bu faaliyet kalemleriyle irtibatlandırılan (hatta bu faaliyet kalemlerine sahip çıkan) bir camiaya karşı tecessüs geliştirmiş durumda.
Dünyanın neresinde olursa olsun, devletin gizliliğine sızan ve milli güvenlik için tehdit oluşturan yapılar, olağandışı bir merakın konusu olurlar.
Polislerine, savcılarına, basın-yayın organlarına ve en son da bankalarına sahip müntesipler, yukarıda zikredilen kirliliklerle (ve apaçık casusluk faaliyeti sayılan "dinleme-tarassut" olaylarıyla) aralarına mesafe koymayı başaramadılar ne yazık ki. Hatta bu faaliyetleri "hizmet" çerçevesinde sahiplendiler, desteklediler.
Burada bir problem aramamalı mı?
Problemli yapılara finans desteği sağladığı düşünülen (ve sayısız spekülasyona konu olmuş) kuruluşlar, yasal denetlemeye tabi tutulmamalı mı?
Bankasya'ya kutsallık atfedenlerin cevaplaması gereken asıl soru şu:
Bankanıza sahip çıkarak güzel bir "dayanışma fotoğrafı" ortaya koydunuz.
Çok iyi ettiniz.
Peki, bu sahiplenmeyi, niçin hiç kimsenin, hiçbir grubun, hiçbir zümrenin, hiçbir camianın bankası olmayan, sadece vatandaşın cebinden çıkan vergilerle finanse edilen Halkbank'tan esirgediniz? Ve niçin bu bankayı batırmak için devreye sokulan "kirli operasyon"a destek verdiniz?