Meryem İlayda Atlas'ın yazısı:
MÜLTECİLİK: KORKMAK
ZULME UĞRAYACAĞINDAN, DÖNMEKTEN, KALMAKTAN... HEM GELECEKTEN HEM GEÇMİŞTEN KORKMAK...
İkinci Dünya Savaşı, milyonlarca insanı yerlerinden yurtlarından etti. İnsanları yerinden yurdundan etmek, dünyamız için bir ilk değildi ama son olması istendi ve 'mülteci' kavramı 1951 yılında devletlere sorumluluklar getirerek yasal bir statü olarak ortaya atıldı. Ulus devletin sınırları daha belirginleştikçe, vizeler, sorgulamalar keskinleştikçe sınırların kırmızı çizgileri büyüdü, kalınlaştı, kâğıt üzerinde kalmadı, beynimize çizilmeye başlandı. Bugün dünyada 51 milyon insan ülkelerinden ayrılmak zorunda bırakılmış, sığınmacı/mülteci konumuna düşmüş durumda… Bu durum, sınırlara rağmen mültecilik sorununun ne kadar büyük bir sorun olduğunun bir göstergesi.
Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan birisi için Halep, Şam, Bağdat, payitahtın sadece bir parçasıydı. Urfa ne kadar uzaksa Halep de o kadar uzaklıktaydı. Zamanla yukarıda bahsettiğim beynimize çizilen sınırlar ve homojen ulus devlet politikaları Halep ve Urfa arasındaki iki adımlık mesafeyi uzak ülkelere döndürdü. Bugün Güneydoğu sınırlarımızdan akın akın ülkemize giren Suriyeli sığınmacılar işte bu uzak ülkenin insanları.
Türkiye, açık kapı politikası ile kabul ettiği sığınmacılar için BM standartlarının da üzerinde kamplar kurdu. Her tür hizmetin verildiği, sağlık, eğitim gibi ihtiyaçların karşılanmaya çalışıldığı kampların Türkiye'ye gelen insan sayısını bütünüyle karşılaması imkânsız. Üstelik insanları sürekli 'cezalı' gibi kamplarda tutmanın da imkânı yok. Şimdilik Suriyelileri 'misafir' olarak kabul ediyoruz ve mevcut yasalarımız Suriyelilerin iltica hakkını güvence altına almak konusunda yetersiz kalıyor, muğlak bir durumda bırakıyor.
Suriyeliler özelinde düşünmesek bile Türkiye'nin özellikle son 10 yılda, ekonomik, siyasi ve kültürel anlamdaki gelişimi ve tanınırlığının artması; iltica sisteminin ayrı bir kanuni düzenleme ile sistematik hale getirilmesi gereğini zaten doğuruyor. Zira, mülteci ve göçmenlerin öncelikli hedefi olan Avrupa ülkelerine geçişte köprü vazifesi gören Türkiye, artık transit ve kısa süreli kalışın adresi olmaktan çıkmış durumda. Ekonomik gelişme ve istikrar kadar, Ortadoğu ülkelerinde yükselen değer olarak görülmesinin de etkisiyle Türkiye, mülteci ve göçmenler için hedef ülke haline gelmiş durumda. Bu durum da Türkiye'yi yoğun bir mülteci talebi ile karşı karşıya bırakıyor. Bir yanda Suriye'den gelenler, savaştan kaçanlar, diğer yanda artan mülteci talepleri Türkiye'nin sistematik bir iltica prosedürüne sahip olmasının gerekliliğini göstermekte…
Suriyelilerin kalıp/gitme durumuna dair elimizde kesin bir veri yok. Pek çok kimse gençlerin ve küçük çocuklu ebeveynlerin gitmeyeceği yönünde fikir beyan ediyor. Peki, kalırlarsa ne olacak? Nasıl bir statüye kavuşacaklar? Vatandaş olarak kabul edecek miyiz? Entegrasyon için ne yapılacak? Yıllarca Avrupa ve Amerika'ya giden göçmenlerden duyduğumuz vatandaş olma/olamama durumu hakkında net, Batı toplumlarının başarısız göçmen politikalarını aşan bir tavır sergileyebilecek miyiz?
Şu anda hâlihazırdaki 'misafir' statüsü ne Suriyelileri ne Türkiye halkını mutlu ediyor. Şimdiden 'Suriyeli asgari ücreti' diye bir ücret oluşmuş bile…
Bu durum öncelikle bölge halkını çok rahatsız ediyor. Suriyelilerin daha az paraya razı olarak belli işlerde çalışması, Avrupa'da var olan 'refahımızı çalmaya gelmiş göçmenler' algısını bizim toplumumuzda çabucak oluşturabilir, çünkü bu durumun işsizlik rakamları ve ekonomik büyümeye olumsuz etkisi var.
Ekonomik açıdan Suriyelilerin iaşesi de ayrıca başka bir problem. Türkiye'ye uluslararası alanda yapılan yardımlar sadece sembolik. Birleşmiş
Milletler yardımının alınabilmesi için Türkiye'nin Lübnan'daki gibi bu kimselere resmi olarak mülteci statüsü vermiş olması lazım. Lakin mülteci statüsü, ülkelerin nezdinde kişileri kontrolden çıkarabiliyor ve zaten Türkiye'de hâlihazırdaki kanunlar mülteci statüsü vermeye uygun değil.
Zaman geçtikçe, iş, sağlık, güvence gibi konular çok girift denklemlere dönüşüyor. Şimdilik acil sağlık harcamaları gibi temel hizmetler kamplarda veriliyor. Fakat uzun vadede çalışma izinleri, sosyal güvenlik gibi konuların acil düzene konması gerekiyor.
Elbette bu kadar büyük bir nüfus hareketliliğinin bir tek ekonomik sonuçları yok. Homojen olmaya çalışan ulus devlet yapısı içinde yıllarca Kürt kimliğini kabul etmeyip siyasilerin bir güvenlik sorunu olarak askere havale ettiği Kürt meselesi yeni çözülmeye başlamışken, homojen yapımızın içinde demografik fark yaratacak ve belki de yeni bir azınlık oluşturacak Araplar için nasıl politikalar izlenecek? Ortaya çıkabilecek çok kültürlü toplum yapısını nasıl göğüsleyeceğiz? Araplara Türkçe öğretmek kadar bizler de Arapça öğrenecek miyiz? Arapça tabelalar konacak mı? Ya
Türkiye'ye yerleşen Suriyelilerin civar ülkelerdeki akrabaları gelirse ne olacak? Bunlar belki de düşünmeye başlamamız gereken geleceğe yönelik sorunlar. Ama nüfus hareketliliği açısından hâlihazırda elle tutulur başka sorunlar da var, mesela evlenme ve boşanma meselesi. Suriye kampında boşanmak ve tekrar evlenmek istediniz, hangi makama hangi gerekçe ile başvuracaksınız? Başvurulacak makam Türk makamları ise sizi neye göre evlendirip boşayacak? Kısa vadede ertelenebilir bu tarz problemler eğer bir politika geliştirilmezse uzun vadede kaçınılmaz sorunlar olarak gündeme gelecek.
Bugün, iç savaş başladığında Türkiye'ye kaçan ailelerin doğan çocukları neredeyse okul çağına geldi. Zaten okul çağında olan çocuklar seneler kaybettiler. Bu çocukların eğitimi için nasıl bir yol izlenecek? Geçici okullarla, okuma yazma öğreten sistemlerden nasıl bir eğitim sistemine geçilecek? Dil sorunu çocuklar için halledildi diyelim ki, yetişkinler ne yapacak?
Öte yandan yukarıda bahsettiğim gibi, 'Suriyeli asgari ücreti' gibi sorunların ortaya çıkarabileceği başka nefret ve çatışma alanları olabilir.
Hâlihazırda Suriyeliler için ev bulmak çok zor ve Türkiye'nin çeşitli yerlerinde ufak tefek öfke patlamaları yaşandı. Peki Türkiye, göçmen politikalarını sağcı ve ırkçı politikaların gölgesinde oluşturan Avrupa'dan çok daha insani bir noktaya nasıl gelebilecek?
Türkiye yasaları bugüne kadar bireysel iltica durumuna göre konumlanmış ve zaten insani açıdan yetersiz yasalarken bir anda kitlesel iltica durumunda mültecileri güvence altına almakta yetersiz kalıyor. Kanuni düzenlemelerin bir an evvel yapılması gerekir, ama yetmez, zira bu düzenlemelerin uygulanması ve denetlenmesi başka bir durum. Türkiye, felsefi olarak her türlü senaryoyu masaya yatırıp, sorular sorarak durumu tespit etmeli ve geleceğe yönelik göçmen politikalarına sistematik çözümler getirmeli. Bunlar; bireysel iltica ile kitlesel iltica prosedürlerinin ayrılması, Suriyelilerin Türkiye'de kalabileceği senaryosunu göz önünde bulundurarak; Göçmen Bakanlığı, anayasal değişiklikler gibi çözümlerin acil masaya getirilmesi olabilir.
Gezi Parkı'nda Suriyeli çocuklar
Aboud Dandachi (Suriyeli sığınmacı): Suriye'nin Homs şehrinde dünyaya gelen bir sığınmacı… Suriye'de iç savaş başladıktan sonra hem muhaliflerin hem de rejim yanlılarının bulunduğu bölgelerde yaşadı, iki ateş arasında kaldı. 2013 yılında İstanbul'a iltica etti. Aile, dünyanın çeşitli yerlerine dağıldı. Çoğu Avrupa, Kanada ve Amerika'ya dağılan aileden bir tek o İstanbul'a geldi. 2013 yılında havaalanına iner inmez kendisine bir kimlik kartı ve numara verilen Dandachi, yaşamına çok sevdiği İstanbul'da ve bir gün savaşın bitip ülkesine geri dönme hayali ile devam ediyor.
Aboud, mükemmel İngilizce konuşabilen bir bilgisayar yazılımcısı. Dünyanın her yerinde yapabileceği işini şimdilik İstanbul'da yapmayı tercih ediyor. İstanbul'a gelmek onun fikriymiş, akrabalarının pek çoğu önce Lübnan'a sonra oradan Avrupa'ya gitmişler veya gitmeyi denemişler.
Başlangıç noktası olarak Avrupa'ya gitmenin Suriyeli mülteciler için ilk seçenek olduğunu söylüyor, sebep çoğunlukla yanlış bilgilerle bezenmiş bir 'Avrupa rüyası'... Avrupa'ya gitmeyi başaran Suriyelilerin pek çoğu 'bedava ev, iş' gibi imkânlar beklentisi ile giderken ekonomik krizle karşılaşmışlar.
Dandachi, Türkiye'nin Suriyeliler için inanılmaz işler yaptığını ve Türkiye halkının yüce gönüllülüğünü gönülden takdir ediyor. Ama ne olursa olsun iç savaş biter bitmez evine, ülkesine dönmek istiyor. 35-40 yaşlarında olan yetişkin Suriyelilerin bir gün kesinlikle Suriye'ye dönmek isteyeceği görüşünde:
"Bizler burada kültürümüzü kaybetmeden yaşanabilecek bir demokrasi tecrübesi gördük, mesela ben geçen gün metrobüse tekerlekli sandalye ile binmeye çalışan bir kadın için otobüsteki platformun indirildiğini ve insanların yardım ettiğini gördüm, bu ülkemizde görmediğimiz bir şey, bir gün hepimiz Suriye'ye geri dönmek ve burada edindiğimiz tecrübelerle kendi ülkemizi inşa etmek istiyoruz. Hatta benim gibi meslek sahibi ve üst gelir grubuna ait kimseler değil, hiçbir şeyi olmayanlar bunu daha çok istiyor. İnsanın maddi hiçbir şeyi yoksa sosyal bağlardan daha önemli ne olabilir?"
Yalnız, çocukları okula başlamış, burada büyüyen insanlar için kalma/gitme durumunun aynı olmadığını söylüyor. Çocuklarını burada büyüten aileler için kalmak daha çok tercih edilecek bir durum, zira Türkiye çocukları için pek çok şey vadediyor.
Dandachi'ye iç savaşın uzaması halinde ne olacağını soruyorum, endişeli. "Kaç yıl alır bilmiyorum" diyor. "Ama uzarsa, Suriyelilerin statüsü kanunen açık açık belirtilmeli. En kötü statü bu belirsizlikten daha iyidir…"
Durumlarının açık ve net kesinlik kazanmasını isterken Türkiye'de iktidar değişikliğinden duyduğu korkunun da altını çiziyor, "Geçen hafta ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu'nun sözlerini duyunca dehşete düştüm, eğer bir iktidar değişikliği olursa ne yaparız diye düşündüm. Seçim sonuçlarını ben sizden daha heyecanla izliyorum, bu insanlar Gezi Parkı'nda herkes için özgürlük istiyordu ama şimdi aynı parkta Suriyeli çocukları görmeye dayanamıyorlar" diyor.
Kanunu bilmemek marifet değil
Av. Uğur Yıldırım (Uluslararası Mülteci Hakları Derneği Başkanı): Bugün, Suriye'deki çatışma ve kaostan kaçan milyonlarca insan Türkiye'ye sığınıyor. Türkiye bütün bu sığınmacılara kapısını açtı ve en üst düzeyde insani yardım yapıyor. Peki, Suriye'deki iç savaştan evvel ülkemizin yerleşik bir göçmen/mülteci politikası var mıydı? Türkiye'ye mülteci olarak geldiğinizde başınıza ne geliyor? Kitlesel iltica taleplerinin dışında bireysel iltica talepleri nasıl değerlendiriliyor? Bütün bu soruları Mülteci Hakları Derneği Başkanı Avukat Uğur Yıldırım'la bugüne kadar atılan en önemli adımlardan biri olan ve 2014 yılında çıkarılan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ekseninde konuştuk. Kanun bize ne getirdi, neler eksik, ve neler yapılması gerekir?
Yıldırım, 2014 yılında mültecilerle ilgili çıkarılan bu kanunun dört dörtlük olmasa da bugüne kadar karşılaşılan sorunların pek çoğunu aşmamıza yardım edeceğinin altını çizerken, bizleri; "Uygulamada hatalar var ve genellikle bu hatalarda kanunu bilmeme mazeretinin arkasına sığınılıyor." şeklinde uyarıyor.
Yıldırım'a göre kanunla beraber yapılan en çarpıcı düzenleme 'yabancıların ikamet, vize ve diğer işlemleri ile iltica taleplerinde' yetkinin emniyet müdürlüklerinden alınarak, Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'ne verilmesi…
Böylelikle yabancılara ve sorunlarına devletin güvenliği bakış açısından insan hakları temelli sivil bakış açısına geçiş amaçlanıyor.
Sorunlar ve çözümler
Kanun ile birçok aşama kâğıt üzerinde kaydedilse de hâlâ uygulamadaki sıkıntılar yüzünden önüne geçilemeyen hak ihlalleri var. Mesela prosedürün yavaş işlemesi sebebi ile ortaya çıkan keyfilikler… Daha evvel yabancıların ve mültecilerin bütün işlemlerine emniyet müdürlükleri bakıyormuş. Yıldırım, buralarda mültecilerin potansiyel suçlu, tehlike ve devlet güvenliğine tehdit olarak görülmesinin aşılması zor bir engel olduğuna dikkat çekiyor. Zaten tam da bu engelin kaldırılması için, yabancılarla ilgili işlemlerde sivil bir müdürlük kurulması yoluna gidilmiş ancak göçmen idaresine geçiş prosedürü yavaş olduğu için yetki ve karar verme mekanizması olarak hâlâ emniyet müdürlükleri etkin.
Bir diğer sorun ise mültecilere havaalanlarında veya sınır kapılarında 'yasal giriş yapmadığı' gerekçesiyle kötü davranılması ve taleplerinin göz ardı edilmesi. Yıldırım, mültecilerin gözetim altında tutulma meselesinin de çok önemli bir mesele olduğunun altını çiziyor. Kanunda 'idari gözetim süresi altı ayı geçemez' ibaresi yer almasına rağmen bir yıl hatta iki yılı aşkın süreyle gözetim altında tutulan yabancılar bulunmakta.
Gözetim altında tutma süresi bir sorunken gözetim altında tutma şartları daha büyük başka bir sorun. Bugün için tutukevlerinde dahi mahkûmların ve tutukluların havalandırmaya çıkarılması, aileleri ile görüştürülmesi, iletişim imkânlarından yararlandırılması söz konusu iken geri gönderme merkezlerinde bütün bunlar ya engellenmekte ya da çok zorlu şartlarda sağlanmakta.
Merkezlerin fiziki şartlarının kötülüğü, burada kalan yabancıların sağlıklarını da kötü olarak etkiliyor. Temizliğin çok iyi olmadığı bu merkezlerde salgın hastalık ve tahtakurusu gibi böcekler nedeniyle de başka hastalık ve rahatsızlıklar çok sık olarak görülebiliyormuş. Ayrıca, koğuş sisteminin uygulandığı merkezlerde bulaşıcı hastalık taşıyan ya da uyuşturucu gibi bağımlılıkları olan yabancılarla diğer yabancıların aynı yerde barındırılması sağlık açısından önemli bir sorun oluşturmakta.
Yıldırım, kanunların ne kadar iyi yapılırsa yapılsın, uygulamadaki hatalar sebebiyle hukuksuzluklara neden olabileceği konusunda uyarıyor.
Derneğin, mülteciler ile ilgili uygulamada çıkan sorunlar için bazı önerileri ise şöyle: Komşu ülkelerdeki sorunlar da göz önüne alınarak kitlesel göçler halinde yapılması gerekenlerin önceden belirleneceği bir yol haritası ortaya konabilir. Devlet, mültecilik ile ilgili uzun vadeli strateji belirlemeli. Mültecilerin temel ihtiyaçları ile ilgili kanuna uygun ve somut gerçeklerle hareket edilmeli. Mültecilerin potansiyel bir tehlike olduğu algısından uzaklaşılarak iş gücü ve çeşitlilik olarak görülmesi algısının yayılması gerekir.
Yıldırım ayrıca, Türkiye'nin üzerindeki mülteci yükünün diğer ülkelerle adil şekilde paylaştırılması için gerekenlerin yapılması gerektiğine de işaret ediyor.
Lacivertdergi.com