BAŞLARKEN
IŞİD'in saldırılarıyla dünyanın gözünün çevrildiği Kobani'nin bilinmeyen yönlerini ve 200 bini aşan göçmenin göz yaşartan öykülerini bu yazı dizisinde bulacaksınız. Kobani'nin adı Batı basınına yansıdığı gibi yerel demiryolu ağını inşa eden yapan şirkete (company) kadar uzanıyor. İngilizce "company" halk arasında zamanla Kobani'ye dönüşüyor. Ama bölgedeki çok sayıda trenin buluşma noktası olduğu için Kobani aynı zamanda "son durak" olarak tanımlanıyor. Kobani'nin anlamı "son durak!" Ancak bugünlerde binlerce Kobanili için son durak, güvenli sığınak Türkiye...
Hayata uzanan yol zorlu... Sınırın bir adım ötesi Türkiye, onlar için son sığınak. Esad zulmünden kaçan 1.5 milyon Suriyeli gibi çoğu çocuk ve kadınlardan oluşan Kobanililer de hayata Türkiye'de tutunmaya çalışıyor. Ankara'nın, Afet Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) aracılığıyla yaralarını sardığı Kobanililer, aynı zamanda Suruç ve köylerinde yaşayan akrabalarının yanında misafirler... Kendilerine uzanan el dost, evinin kapılarını açan, sofrasında ağırlayanlar akraba olsa da kafalar karışık. Çünkü sınırın hemen ötesi bile olsa, olduğu gibi bırakılıp gelinen hayatlar var Kobani de... Sadece kaçış öyküleri değil, Esad rejiminde yaşadıkları acılar da yürek yakan cinsten. Çocukların gözlerindeki "savaş travması" mezara kadar taşınacak ağırlıkta. Onlar "öldüren değil, oynanan top" istiyor. Cevabı aranan sorular ise IŞİD terörünün ne zaman sona ereceği ve topraklarına yeniden dönüp dönemeyeceklerine ilişkin... Şimdilik bu soruların yanıtını bilmeseler de, dualar topraklarından gelen bomba ve silah seslerinin tez zamanda susması için... Hepsinin dilindeki ortak cümle "Türkiye bizim için hayat, umut ve güven kapısı." SABAH binlerce Kobanili aileyi bağrına basan Suruç'taki köyleri, aşiretleri ve AFAD aracılığıyla kurulan çadır kentleri dolaştı, IŞİD teröründen kaçan sığınmacıların nabzını tuttu.
HER HANEDE BİR KOBANİLİ...
Aligöl beldesinden başlayan yolculuğumuz savaşın çıplak gözle görüldüğü, top ve silah seslerinin duyulduğu Kendirciler Köyü ile Mürşitpınar Sınır Kapısı'na kadar uzandı. Sınır boyunca gelen barut kokusu, köylere kadar ulaşan şarapnel parçaları... Sınırın hemen ötesinde yaşanan savaşın izlerini Suruç'ta, köylerde hemen her adımda görmek mümkün. İlçe de çadır kentler, dükkânlar, düğün salonları, taziye evleri, spor ve kültür salonları neredeyse hemen her alan sınırdan geçerek Türkiye'ye gelen Kobanili ailelere tahsis edilmiş durumda. Sırtında yatağı yorganı, yanında çocuğuyla sınırı geçen Kobanililer, sadece Suruç'ta değil köy ve beldelerinde de misafir ediliyor. Hane nüfusları üçe beşe katlanmış durumda, deyim yerindeyse her hanede bir Kobanili aile var. Gelenler arasında avukat da var, doktor, öğretmen, mühendis de. Geride bırakılan koşullar farklı olsa da sınırın bu tarafında kimileri çadırlarda kimileri tek göz odalı evlerde yaşama tutunmaya çalışıyor. Bazıları "toprak yiyelim ama vatanımıza geri dönelim" diyor, bazıları Türkiye'nin Suriye tarafında güvenli bölge oluşturmasını istiyor. Gençlerin gönlü ise zor şartlara rağmen IŞİD bölgeden temizlense bile Türkiye'de kalmaktan yana. Kısacası kaldıkları odalar, çadırlar küçük ama hepsinin hikâyesi büyük. '
EVİMİZE DÖNMEK İSTİYORUZ'
İlk durağımız Aligöl beldesi... Eski jandarma karakolu binası, lojmanlar ve yanı başındaki çadırlar bine yakın Kobanili'yi barındırıyor. Gönüllü 6 doktor ve 6 hemşire, nöbetleşe 24 saat görev yapıyor. Her çadırda 7-8 aile kalıyor. Çadırını ilk ziyaret ettiğimiz isim 75 yaşındaki Zino nine ve 16 kişilik ailesi. Kızları Zilhe, Firiyal engelli; hem görmüyor, hem yürüyemiyor. IŞİD saldırılarının başladığı 16 Eylül'den sonra yola koyulduklarını söylüyor Zino nine, kaçış hikâyesini şöyle anlatıyor: "Bizim köyümüz hududa yakın. Tek umudumuz hududa varmaktı. (Yataktaki kızlarını göstererek) Komşular, arkadaşlar yardım etti, kızları taşıdılar. IŞİD tanklarının köyümüze doğru ilerlediği haberi geldi. Arkamıza bakmadan neyimiz var neyimiz yok bıraktık. Evimizi, hayvanlarımız aklınıza gelen her şeyi. Acil lazım olabilecekleri de sürükleyerek getirdik. Türkiye bize kucağını açtı. Burada yemek geliyor, ihtiyaçlarımız karşılanıyor. Ancak biz savaşın bir an önce bitmesini, ülkemize, evimize dönmeyi istiyoruz."
'OLACAKLARI ÖNGÖREMEDİK'
Oğlu Mustafa Kadir, IŞİD'in varlığından bir yıldır haberdar olduklarını söylüyor: "Ama bizim kapımıza dayanacaklarını, bu kadar güçlü olduklarını tahmin edemedik. Ne zaman ki tanklar göründü tehlikenin büyüklüğünü anladık. Geride yıkılmış, yakılmış bir köyler, kasabalar kaldı. Türkiye, bize kucağını açtı. Sınırdan girdiğimizden bu yana karnımızı doyurdular, kalacak yer verdiler. İnşallah tez zamanda bu harp biter ve evimize döneriz."
'ORADA ÖLMÜŞTÜK'
Faruk-Hesna Mustafa çifti, birisi tahta beşikte dört çocukla Qantra köyünden yola koyulmuş... Her biri iki çocuğu kucaklayıp, sırtlayarak bin bir eziyetle kilometrelerce yol yürümüş. Faruk Mustafa, daha önce de inşaatlarda çalışmak için gelmiş Şanlıurfa'ya... "Gidecek başka kapımız yok" diyen Mustafa, ekliyor; "Türkiye bize kucağını açtı. Yoksa hepimiz orada ölmüştük. Burada misafiriz. Aç olalım ama toprağımızda olalım. Toprak yesek de vatanımız bizim cennetimiz."
'NE EV NE OKUL KALDI'
Suruç'ta boşaltılan Yatılı Bölge Okulu, adeta bir kampa dönüşmüş. Okulun sınıflarında, koridorlarında 7 bin kişi barınıyor. Öğretmen çift Selva Süleyman ve Muhammed Ali Oso, üç kızı ile kaçmış Kobani'den. Şunları anlatıyor: "19 Eylül'de Mürşitpınar Sınır Kapısı'na geldik. Sınırın bu tarafına geçince nefes aldık. Eşyalarımızın ne kadarını kurtarırız diye kocamla yeniden döndük. Ancak evimizin üzerine top mermisi düşmüş olduğu için hiçbir şey getiremedik."
'YARI TÜRKİYELİYİZ...'
Tekerlekli sandalye ile yurdun koridorunda gezen Feride Karagöz, kaldıkları odaya davet ediyor. Dört aile aynı odada kalıyor. Kızları Sezen Aksu dinliyor. Şaşırdığımı görünce, "Kobani'de insanlar Sezen Aksu ve İbrahim Tatlıses'i çok sever. Biz de yarı Türkiyeliyiz" diyor. Bir bacağı olmayan Karagöz'ün sınırı geçmesi de bir hayli zor olmuş. Arkadaşları, akrabaları taşımış sırtında.