ALİ FİKRİ IŞIK |
Prandelli, adı futbol oyunu olan faaliyeti ''akli sorgulamaya'' açık hale getirmek için defansif yapıyı hücum aksiyonunun bir parçası haline getirdi ve Türkiye'de kıyamet koptu! Elindeki en değerli malzemeyi (Sneijder'i) en çok ihtiyaç duyduğu yapı içinde değerlendirmek yerine, futbol hakikatinin ihtiyaç duyduğu en doğru yere monte etti. Bu kararı ile Prandelli günlük çıkar peşinde koşmadığını; günlük çıkar ve futbol hakikatlerinin her zaman örtüşmediğini ve birincil tercihinin futbol hakikati olduğunu açıkça ilan etmiş oldu. İstisnasız bütün Türkiye futbol dünyası Prandelli'nin bu kararına karşı ayaklandı! Modern futboldaki en temel ayrışma bu vesile ile yeniden bu ülkede de görünür hale geldi. Modern, reformist ve bazı yönleriyle devrimci olan yeni futbol anlayışı ve uygulaması, geleneksel defans anlayışını kökten değiştirdi ve defansif yapıyı oyunun merkezine taşıdı. |
Guardiola, Arsene Wenger ve Bielsa gibi eylemci düşünürler, defansif yapıyı hücum aksiyonlarının motor gücü haline getirdi ve inanılmaz başarıların altına imza atmayı başardı.
Bütün dünyada geleneksel futbol defansı, bir mozole nöbeti olarak tasarlar; onlara göre topu kaybetme ihtimali çok yüksektir ve mutlaka geride topu karşılayacak dört oyuncu nöbette olmalıdır. Neredeyse 150 yıl futbol bu anlayışla oynandı ve şimdiler de Türkiye gibi oyun düşüncesi gelişmemiş ülkelerde bu anlayış hala çok revaçta.
Oysa futbol oyunu topu kaybetme paradigması üstüne bina edilen paranoyak bir oyun değil ki! Futbol oyunu topu kazanma oyunudur; çünkü eni sonu topu kaybedeceksiniz. Topu normalde rakibe kaptırmasanız bile oyun kuralı gereği skor yaptıktan sonra topu rakibe bırakmak zorundasınız. Bu yanıyla futbol dünyanın en adil oyunlarından biridir. Rakibe, geriye düştükten sonra topla oynama önceliği tanıyan asil ve üstün bir ahlaka sahiptir.
Prandelli, topu kapmak ve kapılan topu rakibe kolayca teslim etmemek amacıyla işe defansını dizayn etmekle başladı. Bu çaba çok doğru bir çabadır; çünkü topa sahip olmak ve oyunu değil maçı kontrol etmek böylece imkân dâhilinde olur. Yeri gelmişken Türkiye'de oyun ve maçın fena halde karıştırıldığını belirtip geçeyim. Fırsat olursa ileriki yazılarda tekrar bu bahse geri dönerim.
Prandelli; Sneijder'le temsil edilen hamlesiyle oyunu Türk futbol yorumcularının anlamakta çok zorlandıkları bir mecraya taşıdı. Kıyamet koptu dediğim yer de tam burası; Oyuncu performansı ile ün yapan eski topçuların retoriği birden bire garip bir anlamsızlık çukuruna yuvarlandı ve şimdi o çukurdan koro olarak itirazlarını dillendiriyorlar.
Arsenal maçı, Prandelli'nin üçlü savunma kurgusu yüzünden kaybedilmedi, tam tersine, bu kayıp, Burak Yılmaz şahsında temsil edilen geleneksel futbol zihniyetinin kaybı olarak futbol tarihinde yerini alacak! Öte yandan GS üçlü defans ile savunma yapmadı. Üçlü defans kurgusu GS hücumdayken geriye göz kulak olacak kişi sayısı bakımından değer taşıyor; GS, Arsenal maçında top Arsenal'deyken her zaman sekiz kişiyle ile pozisyon almaya gayret etti ve çoğu pozisyonda bunu başardı da.
Arsenal hücum hattının etkili bir oyun oynamasına imkan veren olgu, Arsenal defansının kendisiydi. Arsenal, maçı defansının oyuna katkısıyla kazandı. Her pozisyonda topun dolaşıma sokulması ve bu dolaşımda süreklilik, Burak Yılmaz tarafında hiç rahatsız edilmeyen ve topun olduğu bölgeye her fırsatta rahatça ikame olan Arsenal defansı sayesindeydi. Arsenal defansı, ritmi yüksek bir oyunun maddi ve teknik temellerini oluşturdu. Arsenal defansına bu kadar olanak sağlayan hiçbir takım; Barcelona dahil, Arsenal'e üstünlük sağlayamaz! GS, üst kapağı yerine oturmayan bir düdüklü tencere gibiydi. Galatasaray'da sorun, sanıldığının aksine defansta değil, oyunun ilerisinde. Dolayısıyla sembolik olarak bir Sneijder yetmez, iki Sneijder'e ihtiyaç var.
Biliç ve ''Mükemmel oyun''
Prandelli'nin yeni oyunu akli sorgulamalara ne kadar açık ise S. Biliç'in oynattığı oyun o kadar akli sorgulamalara kapalı. Futbol hakikatlerinden uzaklaşan Biliç bütün tecrübesini günlük çıkara feda etmekten kaçınmıyor. Bu tavır haliyle Geleneksel, kaotik, skorcu, "skorkolik" ve oyuncu performansına takık cemaatten bir hayli alkış alıyor. Defansını kesin talimatlarla göreve bağlı hale getiren Biliç ve onu temsil eden zihniyet, oyunu bir karpuz gibi ikiye ayırıyor. Üç bölgede ikiye ayrılmış (defans/ofans) oyun, kaçınılmaz olarak sisteme ve oyun yapılarına değil, oyuncu yeteneklerine bağımlı hale geliyor.
Gökhan Töre'nin Demba Ba'nın, Oğuzhan'ın ya da Sosa'nın sistem ve oyun yapılarından daha önemli hale gelmesinin nedeni de budur. Aslında tam da bu meselede yine temel bir bakış açısı farklılığı ortaya çıkıyor. Bir oyuncu için kullanılan çok ''yeteneklidir'' lafının kaynağı nedir? Bir oyuncuyu yetenekli kılan topla ilişkisi midir yoksa diğer oyuncu arkadaşlarıyla kurduğu iş ilişkisi midir?
Topla nelerin yapılabileceği bilmek elbette önemlidir ama bana göre ondan daha da önemli olan topun bize neler yapabileceğini bilmektir. Birinde bireysellik ön plandadır diğerinde kolektif yapı. Eğer futbol oyunu 11 kişiyle oynanan bir oyun ise piramidin en tepesinde oyuncu olamaz. Piramidin kendisi kolektif yapı üstüne inşa edilmeli.
Biliç, kendi sahasında aynı nedenlerle Asteras Tripolis'e üstünlük sağlayamadı ve yine aynı nedenlerle Tottenham'a da üstünlük sağlayamadı. Üstelik söz konusu iki takım da hem vasat hem de Biliç'in temsil ettiği ikinci sınıf futbol oyun dünyasına aittirler.
Bir Beşiktaşlı olarak Biliç'in oynattığı oyuna şiddetli itirazlarım var. Mao Zedong'un anımsadım her nedense; Şöyle diyordu Mao ''Bir elinize taş diğer elinize bir yumurta alın ve her ikisine de eşit miktarda ısı verin. Taştan bir şey çıkmaz ama yumurtadan civciv çıkma ihtimali var."