Said Alpsoy, Gülen hareketi içinde 17 sene bulunmuş entelektüel bir isim. Edebiyat Fakültesi'nde öğrenim görürken Gülen grubu ile tanışıyor. Uzun yıllar hareketin yayın ve dağıtım şirketinde yayın danışmanlığı görevini yürütmüş. Son 6 yılında ise bu harekete ait yayınevleri ve kitabevlerinde basılan ve dağıtılan kitapların dini açıdan kontrol görevini yani "sansür" hizmetini üstlenmiş. Aynı zamanda Süper Lig'de top koşturan birçok ünlü futbolcunun "imamlık" ve "hizmet ağabeyliğini" de yerine getirmiş. Alpsoy ile 17 Aralık sonrası bağlarını kopardığı yapının dününü ve bugününü konuştuk.
Gülen hareketinden neden ayrıldınız?
Benim için 3 kırılma noktası var. Birincisi; zaman içinde, cemaate ait kitapevlerinde satılan kitaplarda İslami hassasiyetimiz ve ölçülerimiz dikkate alınmamaya başladı. Benim hizmete katıldığım yıllardaki iman kurtarma misyonu 2000'li yıllarda bir ticari faaliyete dönüşmüştü. 2010 Mayıs'ı sonundaki Mavi Marmara saldırısında Fethullah Gülen'in "Otoritelerden izin alınmadan gidilmemesi gerekirdi, onlar şehit değildir" şeklindeki açıklamaları bende 2'nci kırılmaya neden oldu. Bu kırılma ile Gülen'in şahsı hakkında taşıdığım bütün olumlu düşünceler ortadan kalktı. Üçüncü kırılmayı da 17 Aralık'ta yaşadım. Gülen hareketinin Türkiye için çok büyük bir tehdit kaynağı haline geldiğini gördüm.
GÜÇ ZEHİRLENMESİ...
Ayrıldıktan sonra nelerle karşılaştınız?
Bazı üst düzey cemaat yöneticilerinden kaynaklanan itibarsızlaştırma ve iftira faaliyetleri ile karşılaştım. Baskılar nedeniyle finansörlerin desteğini çekmesi üzerine yayınevini satmak zorunda kaldım.
Sizin için "futbolcuların imamı" da diyorlar. Doğru mu?
Gülen hareketi içindeki son yıllarımda Türkiye 1. Ligi'ndeki futbolcularla da 'hizmet abisi' olarak ilgilendim. O dönemde futbolcuların resmi bir imamı vardı ama aktif değildi. Amaç, futbol takımlarından cemaate adam kazanmaktı. Kamuoyunun yakından tanıdığı birçok futbolcu ile hizmet adına ben ilgileniyordum.
Emniyet ve yargıda paralel bir yapılanmaya şahit oldunuz mu?
1970'li yılların başından itibaren Fethullah Gülen ısrarla, "Masonlar ve din düşmanları Anadolu'nun fakir fakat zeki çocuklarına çok geniş maddi imkânlar sağlayıp yetiştiriyor. Biz de İslam adına alternatif bir eğitim altyapısı hazırlayalım" söylemini yoğun olarak tekrarlıyordu. Bu argüman, Türkiye genelinde muhafazakâr halk kitlesi üzerinde çok ciddi bir kabul ve destek gördü. Hizmetin okulları ile diğer eğitim kurumları böylece vücut bulmaya başladı.
Masum başlayan hareket bugünkü duruma nasıl geldi?
Ortaya yurtlar, dershaneler ve okullardan oluşan adeta bir imparatorluk çıkmıştı. Sonrasında güç zehirlenmesi yaşamaya başladılar. Kendilerine verilen halk desteği büyük bir güce dönüştü. Bu Fethullah Gülen ve cemaatin üst yönetimi tarafından hazmedilemedi. İslam'ı anlatma/yayma hedefi, yerini devleti ele geçirip hükmetme hırslarını tatmin amacıyla yer değiştirdi.
Siyasete müdahale etmeye ne zaman karar verdiler?
7 Şubat 2012 MİT krizi ile Gülen hareketinin gizli amacı artık görünür hale geldi. 17 Aralık operasyonu ile bu görünür hale gelmiş olan amacın gerçekleştirilmesi hamlesiydi. Buna bir tür 'ya hep ya hiç' harekatı ya da bir hükümet darbesi de diyebiliriz.
ERDOĞAN FAKTÖRÜ...
Sizce Gülen hareketi 17 Aralık'ta neden başarısız oldu?
Birincisi Türk halkının derin tarihsel sağduyusudur. 2'ncisi ise Başbakan Erdoğan'ın liderlik yeteneği, çabuk ve kesin hareket edebilme dirayetidir. 3'üncüsü de Erdoğan'ı destekleyecek bir bürokrat katmanının artık yetişmiş olmasıdır. 2200 yıllık geleneğe sahip bir devletin, bir emekli vaiz ve onun etrafında kümelenmiş 5-10 bin fanatik bürokrat tarafından teslim alınması yapısal olarak imkânsız.
Peki 17 Aralık operasyonu başarılı olsaydı ne olurdu?
Fethullah Gülen de cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık yetkilerinin bir araya getirildiği adı konmamış bir güce sahip olacaktı. Ve Türkiye de karanlık bir Cemaat faşizmi dönemine adım atacaktı.
İsa TATLICAN/SABAH