Türkiye'nin 70 cente muhtaç olduğu dönemler çok geride kaldı ama ama IMF'den gelecek olan 1 milyar doları beklediği yıllar çok uzakta değil. Türkiye bugün dünyanın en büyük 16. ekonomisi, AB'ye üye ülkelerin içinde ise 6. en büyük ekonomi. Evet AB ile müzakereler Türkiye'nin demokratikleşmesine çok büyük katkıda bulundu. Bulunmaya da devam edeceğe benziyor. Bugün AB üyesi olup ta Türkiye'nin ekonomik ve sosyal olarak çok gerisinde olan bir çok ülke var. Türkiye istikrarını koruyabilirse önümüzdeki 10 yıl içinde dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasına girmemesi çok zor olmasa gerek.
Türk Hava Kurumu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ünsal Ban ile Türkiye ile AB ekonomilerini kıyasladık. Ban, AB üye ülkeleri çok hızlı bir şekilde gerilerken Türkiye çok hızlı bir şekilde yükseliyor dedi.
Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkilerin 50 yıllık hikâyesi var. AB ile müzakereler de oldukça yavaş ilerliyor. Avrupa Birliği ekonomisi ile Türkiye ekonomisini karşılaştırdığımız zaman nasıl bir kıyaslama yapabiliriz.
Avrupa Birliği, temel olarak siyasi ve ekonomik bütünleşmeyi sağlamak amacıyla kurulmuş olan bir topluluktur. Avrupa Birliği dünya ticaretinnin yüzde 14,2'sini gerçekleştiriyor. Nüfus olarak da baktığımız zaman 507 milyonluk bir nüfusu ile dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 7-8'i de birlik içerisinde yaşıyorlar. Ekonomik büyüklük olarak Avrupa Birliği toplamda 16 trilyon dolarlık bir yapıya sahip. Türkiye 840 milyar dolarlık bir ekonomik büyüklük ile dünyada 16. sırada yer alan bir ekonomi. Avrupa Birliği üyesi ülkeleri arasında ise, Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya'dan sonra 6. sırada yer almakta. Dolayısıyla bugünkü rakamlar açısından baktığımız zaman İspanya'ya çok yaklaşmış durumda olduğunu görüyoruz. 1 trilyon dolarlık ekonomiye sahip bir Türkiye var artık.
Türkiye borçlarından dolayı çok eleştiriliyordu. Özellikle kamu borcu açısından baktığınız zaman 2001 yılıyla bugüne doğru bir kıyaslama yaparsak, nasıl bir durum ortaya çıkıyor?
Türkiye 1990-2001 yıllarını ne yazık ki düşük ekonomik büyüme, yüksek borç, adaletsiz gelir dağılımı ve yüksek enflasyonla mücadele ederek geçirdi. Öte yandan, 2001 ekonomik kriz sonrası iktidara gelen AK Parti, demokratik ve ekonomik reform programlarına öncelik vererek ülkenin içine düştüğü dar boğazdan çıkardı. Öyle ki bu kriz sürecinde daralan ekonomi 2003 yılında %5,3, 2004 yılında %9,4, 2005 yılında %8,4 ve 2006 yılında %6,9 oranlarında büyüdü.
Benimsenen politikalar ve büyüme eğilimi daha da sürekli hale getirildi. Tüm dünyayı esir alan kriz nedeniyle ekonomide 2009 yılında %4,8'lik bir daralma yaşanmış olsa da 2010 yılında görünüm normale döndü ve %9,2 oranında büyüme ile Türkiye dünyanın en hızlı büyüyen ülkeleri arasında yer aldı. Dahası kişi başına düşen gelirde de çok ciddi yükselişler sağlandı. 2001 yılında 3 bin dolar düzeyinde olan kişi başına gelirimiz 11 yılın ardından 10 bin doların üstüne çıktı. Türkiye hep düşük gelir grubu açısından sınıflandırılıyordu. Artık alt orta gelir grubuna dahil oldu. Yakın zamanda da biliyorsunuz üst yüksek gelir grubuna dahil olma yolunda da hızla ilerliyor. Büyüyen ekonomisi, genç iş gücü, güçlü sanayisi geçmiş yıllardan almış olduğu tecrübeyle değerlendirdiğimizde Türkiye, kamu borcu gayrı safi yurt içi hasılaoranlarında çok düşük seviyelerine hızla çekti. Şuanda Türkiye'nin rakamlarını değerlendirdiğimizde %36,2 rakamlarına ulaşmış durumda. Türkiye, Maastricht kriterleri olarak ifade ettiğimiz bu kriterlerin çok çok altına ulaştı. Biliyorsunuz birçok Avrupa Birliği üyesi ülkeler Maastricht kriterlerine hala karşılayamayacak durumdalar.
Bütçe açığında da oldukça iyi durumlarda. Biliyorsunuz özellikle genel yönetim bütçe açığına baktığımız zaman %1,1'lere olduğunu görüyoruz. Bu birçok Avrupa Birliği üyesi ülkelerine göre çok daha iyi. Yunanistan'da bu oranın %12'lerin üzerinde, İngiltere'de %12'lere yakın, Polonya'da % 10'lara yakın olduğunu görüyoruz. Türkiye ise 2013 yılında bu rakam %1,1'e kadar geriledi. Diğer yandan Türkiye'nin kamu borç stoku gayrı safi yurtiçi hasıla oranı Maastricht kriterleri kapsamında istenilen seviyeden çok daha iyi durumda. Özellikle Avrupa Birliği üyesi ülkeleri ile Türkiye'yi kıyasladığımızda 2007'den bu yana içinde Almanya'nın da bulunduğu Avrupa Birliği ülkeler kamu borç stoku gayri safi yurtiçi hasıla oranları hep artış eğiliminde.
1968'DEN BERİ EN DÜŞÜK ENFLASYON
Türkiye enflasyon konusunda çok ciddi sorunlar yaşadı. Üç haneli enflasyon rakamları vardı. 12 yıllık iktidar döneminde nasıl bir performans sergilendi?
Türkiye'nin 1990'lı yılları kaybedildi. Yani ekonomik istikrardan bahsetmek neredeyse mümkün değildi. Hepimiz 2001 finansal krizini yaşadık, krizin içinde olduk ve nelerle hangi rakamlarla karşılaştığımızı çok iyi biliyoruz. Türkiye o tarihlerde %1000'lik günlük faizleri gördü. Tabii 90'lı yıllar kısa vadeli faiz oranları çok yüksek seviyelere ulaştı. Türk lirası değer kaybetti. Enflasyon oranı arttı. %150'lik hatırlarsanız üç aylık hazine bonoları çıkarılıyordu. Bu dönemde yine yurt içi tasarruflar giderek azaldı.
2001 yılı sonunda % 68.5 olan enflasyon oranı, 2004 yılında son 34 yılın rekoru sayılan tek haneli rakam olan %9,4'e düştü. 2010 yılına geldiğimizde ülke %6,4 enflasyonları gördü ve 2012 yılında %6,16'lık bir rakamla 1968 yılından bu yana gerçekleşen en düşük enflasyon oranlarını yaşamış oldu.
Avrupa Birliği'ndeki genç nüfusun işsizlik oranı ile Türkiye'deki işsizlik oranları arasında nasıl bir fark var?
Bu konuda vay Avrupa'nın haline diyorum. Gerçekten dünyayı kıskandıran bir tablomuz var burada. Avrupa Birliği'ni solladık. Yani gençlerin işsizliğini engellemek konusunda Türkiye gerçekten çok başarılı politikalar izledi. Özellikle ekonomik istikrar ve para politikaları açısından Türkiye için büyük önem taşıyan işsizlik oranı Haziran 2013'te %8,8 en düşük seviyesine ulaştı. Bugünlerde kısmen yatay seyreden bir işsizlik oranımız var %9,9 düzeylerinde. Güney Avrupa ülkelerinin %25 seviyelerine çıkan işsizlik oranı milli lokomotif ülke Almanya'da ise, daha makul seviyelerde olduğunu görüyoruz. Tabii burada en önemli şey gençler arasındaki işsizlik rakamı. Yunanistan'daki gençler arasındaki işsizlik rakamının %27,5, İspanya'da %25,8, Portekiz'de %15,3 olduğunu görüyoruz. Türkiye yine bu anlamda da çok iyi. %9,9'luk oranında gençler arasında işsizlik hakim. Ama bununla ilgili politikalar hala geliştiriliyor.
YAŞLANAN AVRUPA, GENÇLEŞEN TÜRKİYE
2030-2050'lerde Türkiye ile Avrupa Birliği arasında bir nüfus kıyaslaması yaptığınızda nasıl bir tablo çıkar ortaya?
Şimdi karşımızda yaşlanan bir kıta var. Bu yaşlanan kıtanın artık kendisine tüketim merkezleri aradığını görüyoruz. Çünkü neticede yatırım mallarının kolay kolay yerlerinden taşınma imkanı yok ve yeni pazarlar arıyorlar. Normal olarak Avrupa Birliği sanal size mutluluk vaat ediyor ama içine girdiğiniz zaman pişmanlığa ve üzüntüye dönüyor. Avrupa Birliği'ne hep bu şekilde bakmak gerektiğine inanıyorum. Avrupa ülkelerinde şu anda yaşlı nüfus toplam nüfusun yaklaşık olarak %23 - 24'ü civarlarında ki, bu gerçekten çok yüksek bir oran. Sosyal güvenlik harcamaları açısından baktığımız zaman Avrupa Birliği'nin bu nüfusu çok iyi şekilde sağlık harcamalarını karşılaması gerekiyor ki, şu koşullar altında bununda çok mümkün olmadığı görülüyor. Sadece Bulgaristan için söylüyorum, toplam nüfusunun yaklaşık % 27'si yaşlı nüfus yani 60 yaşın üstündeki nüfus. Bunun ileriki yıllarda daha da artacağını biliyoruz. Mesela 2050'de tahminim Bulgaristan'ın 60 yaşın üstündeki nüfusu %36,5'a ulaşacak. Türkiye bu anlamda gerçekten de çok şanslı. Bu şansımızı çok iyi kullanmamız lazım. Sayın Başbakanımız sürekli ifade ediyor, "Her eve en az 3 çocuk". Genç nüfusumuzu artırmamız lazım ve Türkiye'nin gerekli önlemleri alması gerekiyor.
İleriye dönük olarak bir değerlendirme yaparsak, Türkiye 10 bin dolarlara çıktı. 1 trilyon dolara yaklaştı. Önümüzdeki 10 yılda Avrupa Birliği ile Türkiye'yi kıyasladığınız zaman nasıl bir tablo görüyorsunuz?
Net olarak şunu söyleyeyim. Türkiye'nin artık Avrupa Birliği'ne ihtiyacı kalmamıştır. Bu çok net cümle belki de çok keskin cümle. Türkiye'nin artık Avrupa Birliği'ne ihtiyacı kalmamıştır. Avrupa Birliği'nin bir takım demokratik reformlarına, bir takım şartlarına Türkiye'nin ihtiyacı olabilir ama ekonomik anlamda Türkiye'nin artık Avrupa Birliği'ne hiçbir ihtiyacı kalmamıştır.
TÜRKİYE BUGÜN AB'YE GİRERSE ÜRETİM GÜCÜNÜ KAYBEDER
Bence Türkiye Avrupa Birliği'ne bir anda girmekle ekonomik gücünü kaybetmeyle karşı karşıya kalabilir. Bir başka ifadeyle, üretim gücünü kaybedebilir. Bakın Avrupa Birliği'ne giren ülkeler ilk yıllarda, büyüme hızlarına etkisi oluyor. Euroya geçiş öncesi bir takım enflasyonda düşüklükler vs. ortaya çıkıyor. Ama gerçekte orta ve uzun vadede değerlendirdiğimizde Avrupa Birliği bir ülkenin elindeki üretim gücünü alıyor. Dikkat edin Avrupa Birliği'nin şu anda tek bir üretim merkezi var o da Almanya'dır. Diğer ülkelerin hepsi Almanya'nın uydusu haline dönmüştür. Avrupa Birliği'nin son yaşadığı krizde karşısında sadece Almanya durabildi. Başka ülke duramadı. İtalya, İspanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin hepsi sallandı. Neredeyse tüm Avrupa Birliği üyeleri sallandı. Almanya diğer ülkeleri kurtardı. Almanya'da yaşlanan bir nüfus var. Almanya' da gitgide negatife doğru giden bir ülke. Dolayısıyla kendi üretim gücünü koruyabilmesi, kendi gücünü devam ettirebilmesi için yeni pazarlara ve yeni ülkelere ihtiyacı var. Bu kapsamda Yunanistan'ı da kurtardı, İtalya'yı da, Portekiz'i de kurtardı. Hatta kurtarmak zorunda kaldı...
O nedenle ilk yıllarda ekonomik büyüme hızlanır diyorum, ücret seviyeleri yükselir bu süreçte, gelir dağılımı farkı kapanır. İhracat artar ama orta ve uzun vadede Avrupa Birliği'ne giriş bir ülkenin ekonomik kapasitesinin, üretim kapasitesinin bir anda yok olmasına da neden olabilir. Bu nedenle çok dikkatli olmamız gerekiyor.
Yunanistan'ı görüyorsunuz gerçekten içler acısı durumda. Neler yaşadığını hepimiz biliyoruz. Borsası 2 binlerden 200'lere 300'lere kadar düştü. Bundan 15-20 yıl önce hatırlayalım hepimiz "Yunanistan kadar bile olamadık" diye konuşuyorduk. Bugün geldiğimiz noktada asla Yunanistan'dan bahsetmiyoruz. Bizim rakiplerimiz, yarıştığımız ülkeler değişti. Artık Türkiye dünyada en önemli güçlerden birisi olmuştur.
ALİ DEĞERMENCİ