"100. yıl dönümleri"
Başbakan Erdoğan, geçen hafta TBMM açılışının 94. yıl d ile Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutladıklarını anımsatarak, 2014'ten itibaren 2023'e kadar bir dizi, çok önemli tarihi olayın 100. yıl dönümlerini idrak edeceklerini kaydetti.
Birinci Dünya Savaşı'nın, bu yıl 100. yıl dönümü olduğunu dile getiren Erdoğan, Birinci Dünya Savaşı'nın, Osmanlı cihan devletinin tarih sahnesinden silinmesiyle sonuçlandığını, Türkiye Cumhuriyeti'nin de bu savaşın ardından kurulduğunu anımsattı.
Erdoğan, 100. yılına ulaştıkları Sarıkamış Harekatı'nı da bu yılın sonundan itibaren farklı etkinliklerle idrak edeceklerini, şehitlikleri ve şehitleri, şehadetlerini 100. yılında farklı şekilde yad edeceklerini anlattı.
2015 yılının, önemli olayların 100. yılına denk geldiğini dile getiren Erdoğan, Çanakkale Zaferi'nin 100. yıl dönümünü, gelecek yıl farklı şekilde kutlayacaklarını vurguladı.
Erdoğan, 2018 yılının Osmanlı Devleti'nin savaştaki yenilgisini karara bağlayan Mondros Anlaşması'nın 100. yılı olacağına işaret ederek, "2019'da Gazi Mustafa Kemal'in, 19 Mayıs'ta Samsun'dan başlattığı harekatın, ayrıca Sivas ve Erzurum Kongreleri'nin 100. yıl dönümü kutlanacak. 2020 yılında ise TBMM'nin açılışının, 2023 yılında da Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yıl dönümlerine milletçe ulaşacağız" diye konuştu.
"Farklı gözlükle bakmamız gerekir"
Başbakan Erdoğan, bu ve buna benzer çok sayıda olayın yanı sıra gelecek yıl 1915 olaylarının da 100. yılına ulaşacaklarını dile getirerek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Önemli hadiselerin genellikle 10, 50 ve . yıl dönümleri diğerlerinden farklı olarak ele alınır. Bu yıl dönümlerinde daha geniş, kapsamlı değerlendirmeler yapılır. Türkiye olarak, millet olarak tarihimizdeki çok önemli hadiselerin 100. yıl dönümlerini idrak etmeye hazırlanırken, tarihe artık farklı gözlükle bakmamız gerektiğini düşünüyoruz. Hadiseler daha sıcakken, üzerinde yapılan değerlendirmeler yeterince sağlıklı olmuyor. Yine bir çok hadise sıcaklığını korurken, bu hadiselerin iç yüzleri de objektif şekilde ele alınmıyor ve alınamıyor. Daha ziyade tarih, güçlüler tarafından yazılıyor. Kendi tarihimiz bakımından biz bu talihsizliği maalesef çok derin ve çok acı şekilde yaşadık. Tarihimiz ya galipler ya da güçlüler tarafından çarpıtılarak yazıldı ya da bizzat kendi resmi tarihçilerimiz tarafından belli şablon içinde yine çarpıtılarak kayda geçirildi.
100 yıl, yani bir asır oldukça uzun bir zaman dilimi. Eskilerin deyimiyle, köprünün altından çok sular aktı. Zaman, yaralarının bir çoğunu tedavi etti. Eskiye ait çok sayıda tartışma, çok sayıda münakaşa artık yerli yerine oturdu. Dünya üzerinde devletler, genellikle arşivlerindeki gizli belgelere 50 yıllık gizlilik süresi koyarlar. Çok nadiren 100 yıllık gizlilik süreleri olur. 50 yıl, 100 yıl içinde tarihin gizli ya da açık hadiseleri, artık insan hafızasında bir yere oturur. Tabulardan, önyargılardan, politik kaygılardan azade şekilde konuşmaya başlanır. Bizim de millet olarak artık 100. yıl dönümlerine ulaştığımız bütün bu hadiseleri soğukkanlılıkla, önyargılardan, siyasi tartışmalardan uzak şekilde ele alma, gerçekleri olduğu gibi öğrenme ve öğretme vaktimizin geldiğine inanıyorum. Bizim 100 yıl önceki bütün bu olayları artık korkularımızdan arınarak, kurtularak ele almamız gerektiğini düşünüyorum."
"Korkuların oluşmasına yol açtı"
Erdoğan, Osmanlı Devleti'nin 1699'da Karlofça Anlaşması'nı imzaladığını, ilk kez toprak kaybettiğine işaret etti. Erdoğan, bu tarihten itibaren 1923 yılına kadar 224 yıl boyunca devletin, milletin, ecdatlarının, dedelerinin sürekli cepheden cepheye koştuğunu, nadir zaferlerin yanında sürekli büyük yenilgiler yaşandığını anlattı.
Çok büyük trajedilere maruz kaldıklarını, büyük göçleri, katliamları yaşadıklarını belirten Erdoğan, Anadolu ve Trakya'nın hemen her evin ailesinden fertlerin cepheye gittiğini, geri dönmediğini anlattı.
Trajedilerle dolu bu sürecin son derece doğal şekilde milletin hafızasında acı bir yer edindiğini, bir takım korkuların oluşmasına yol açtığını vurgulayan Erdoğan, "Asıl acı olan şudur ki, yaşanan bu acılar, korkular hem Osmanlı Devleti'nin hem Türkiye Cumhuriyeti'nin bir takım yöneticileri, elitleri tarafından son derece elverişli istismar aracına dönüştürüldü. Milletin yaşadığı korkular, yine millet üzerinde bir tehdit, şekillendirme aracı olarak kullanıldı" diye konuştu.
"Korkularla yaşayan hiçbir millet reform yapamaz"
Erdoğan, son 200 yıldır bu topraklarda bölünme ve irticanın, toplumu terbiye etmek için kullanılan, sonucu da alınan iki önemli korku olduğunu belirtti. Erdoğan, şunları kaydetti:
"Bazı tarihi hadiselerin 100. yıl dönümlerine yaklaşırken bu korkuları ve bu korkuların bir tehdit aracı olarak kullanılmasını artık masaya yatırmak, bu korkuların üzerine artık cesaretle gitmek zorundayız. Bu sadece 100 yıl önceki belli hadiseler için söylemiyorum. 100 yıl ve öncesinden bugüne gelen, belirsizliğini koruyan, resmi tarih şablonu içinde hapsolan ve sürekli istismar aracı olarak kullanılan her hadisinin artık tüm boyutlarıyla açığa çıkması en büyük arzumuzdur. İttihat ve Terakki Fırkası, 31 Mart Vakası, Balkanlar'daki, Hicaz'daki, Doğu Anadolu'daki isyanlar, 1915 olayları sağlıklı şekilde konuşulmamış, yazılmamış ve siyasi istismar aracı haline getirilmiş, her meseleyi açık yüreklilikle konuşalım diye bugüne kadar defaatle bunu ifade ettik. En başta tüm bu meseleleri 100 yılın ardından artık siyasetin konusu, malzemesi olmaktan çıkaralım. Bilimadamlarına, tarihçilere, yani gerçek sahiplerine bu işi havale edelim dedik.
Tarihle ve tarihin gerçekleriyle yüzleşmek, sadece bizim, sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, milletimizin yapacağı bir yüzleşme değil. Bunu sadece bizim yapmamız yetmez. 100 yıl öncesine ait korkuları, acıları, trajedileri sürekli diri tutan, hatta bunları büyüten, bunları toplumlarını şekillendirmek için kullanan her devlet, millet de artık bu yüzleşmeyi yapmaları gerekir, yapsınlar diyorum. 100, 200 yaşında, korkularla yaşayan hiçbir devlet, hiçbir millet reform yapamaz, istikbalini sağlıklı şekilde inşa edemez."
"Ayrımcılığın ortadan kalkması için cesur olmalarını bekliyoruz"
Erdoğan, geçen hafta, 77 milyonun her bir ferdinin, kendisini bu ülkenin asıl sahibi olarak hissetmesini, özgüven içinde olmasını, başını öne eğmeden dimdik ayakta durmasını gönülden arzu ettiğini, bunun samimi hayaliyle yaşadığını söylediğini anımsattı. Erdoğan, 12 yıldır, millete ve devlete bu özgüveni kazandırmanın mücadelesini verdiklerinin altını çizdi.
Erdoğan, geçen hafta ÖNDER İmam Hatip Liseleri Mezunlar ve Mensuplar Derneği'nin, Kutlu Doğum Haftası dolayısıyla İstanbul'da düzenlenen törende de binlerce gence bunu anlattığını belirtti.
Bu ülkenin bir vatandaşının, etnik kökeni, mezhebi, dini, inancı, değerlerinden, yaşam tarzından dolayı eğer ayrımcılığa uğruyorsa orada zulüm olduğunu vurgulayan Erdoğan, "Biz on yıllardır devam eden bu zulmü, bu ayrımcılığı sona erdirmenin mücadelesini veriyoruz. Ama bununla birlikte bu ülkenin her bir ferdinin, bu ayrımcılığın ortadan kalkması için cesur, özgüvenli olmasını bekliyor ve istiyoruz" diye konuştu.
"Artık korkmayacaksın"
Erdoğan, AK Parti olarak 12 yıldır çok kararlı şekilde hem bu zulmün hem bu korkuların üzerine gittiklerini dile getirdi. Erdoğan, şunları söyledi:
"Türk müsün, korkmayacaksın. Kürt, Arap, Çerkez, Gürcü, Laz, Roman, Boşnak mısın, korkmayacaksın. Sünni, Alevi misin, artık korkmayacaksın. Namaz kıldığın, oruç tuttuğun, Kuran okuduğun, çocuğunu Kuran kursuna gönderdiğin, başörtüsü taktığın için artık çekinmeyeceksin, başını öne eğmeyeceksin, korkmayacaksın. Annenden öğrendiğin dili konuştuğun için mahcup olmayacak, korkmayacaksın. Düşünceni ifade etmekten, inandığın gibi yaşamaktan, yaşam tarzını muhafaza etmekten korkmayacak, çekinmeyeceksin."
"BİZİMLE PAYLAŞTIĞINI ODTÜ'DE YANSITSANA"
Erdoğan, dün Alman Cumhurbaşkanı'nın kendisiyle konuştuğu şeylerden sonra ODTÜ'ye gidip, garip garip şeyler konuştuğunu, kendisine yalan yanlış neler öğretilmiş, anlatılmışsa onu ifade etiğini kaydetti. Erdoğan, şu ifadeleri kullandı:
"Bunu bizimle paylaştığın gibi aynen o şekilde ODTÜ'de yansıtsana. Ama üzüntü veren ne biliyor musunuz, ODTÜ'de ona evsahipliği yapanların gerçekleri ona söylememeleri, bu ülkede bunların olmadığını söylememeleri. Almanya'da Ali'siz Alevilik denilen bir olay var, yani ateist bir anlayışın, zihniyetin, Alevilik kisvesi altında ve kendilerinin de desteklediği bir yapı var, sen bu yapıyı Alevilik olarak bize yansıtıyorsun. Türkiye'de böyle bir Alevilik yok. Türkiye'de siz hiçbir Aleviye, 'Sen Müslüman değilsin' diyemezsin, dediğin anda seni tersler. Ama Aleviliği farklı yaşar. Ama Almanya'daki bir kısım, ufak, avuçiçi bir grup var, bu grubu Almanlar destekliyor, -Almanya'ya gittiğimde de bunu konuşacağım kendileriyle-onların diliyle gelip burada konuşuyorlar. Bu yakışmaz. Hele hele bir devlet adamına, devlet adamlığına bu yakışmaz. Kendisiyle yaklaşık 2 saat başbaşa olduk, beraber yemek yedik, o yemekte bunları açık açık konuştuk, kendilerine anlattık. İşin asıl sahibi biziz. Kendisine somut örnekler verdik. Bu somut örnekleri bir kenara koyup da eğer Almanya'da sana anlatılanları gider orada konuşursan, 'güçlü bir iktidar var, güçlü bir hükümetsiniz, güçlü bir hükümet olarak bunlardan niye korkuyorsun, çekiniyorsunuz.' Böyle bir çekinme, korku yok, nereden çıkardın dedik. En son kendisine, ülkemizin içişlerine karışılmasına asla tahammül edemeyiz dedik. "