Geçtiğimiz hafta Mardin'deki Ak Parti mitinginde ilginç bir 'diyalog' yaşandı. Toplanan kalabalık, konuşması sırasında Başbakan Erdoğan için 'Tayyip Baba' sloganları atmaya başladı. Ve bugüne kadar baba, bacı, kardeş ve bilumum akrabalık kodlarıyla kendini tanımlayan siyasîlerden farklı olarak Erdoğan itiraz etti. 'Bana 'baba' demeyin. Biz size baba olmaya değil hizmetkar olmaya geldik. Bizim farkımız bu' diyerek karşılık verdi ve slogan kesildi.
Geçen seneki 'Başbakan Erdoğan 'baba' mı oldu?' başlıklı yazımda şöyle demiştim:
'Başbakan Erdoğan'ın da bir nevi topluma babalık tasladığı iddiasını mevzubahis siyasî kültürümüzden bağımsız düşünmek hata olur.
Örneğin Avrupa'da veya Amerika'da muhafazakâr bir siyasetçinin kürtajı cinayet olarak tanımlaması medyada infiale yol açmıyor, 'bize babalık taslıyor' edâsıyla karşılanmaz.
Ya da kendisini bizzat 'baba' olarak tanımlamış eski bir Cumhurbaşkanı'nın başörtülü öğrencilere Suudi Arabistan yolunu göstermesi de pek bir infialle karşılanmaz ve 'babalık kültü'yle açıklanmaz.
Ancak kendisini her fırsatta 'milletin hizmetkârı' olarak sunan Başbakan Erdoğan'ın 'muhafazakâr' görüşlerini, kendine has sert üslubuyla dile getirmesi illaki 'babalığına' yorulur. Buradaki oryantalist açmaz fazlasıyla sırıtmaktadır. Üstelik Erdoğan'ın 15 yıl önce de aynı görüşleri, benzer bir üslupla savunduğu düşünülürse...
Bu ısrarkâr 'babalık' atfının sebebi, aslında kendisini 'çocuk' olarak konumlandırmaya alışmış özneler olamaz mı? Özellikle Gezi sürecinden bu yana, aynı bir ergenin babasıyla kurduğu ilişkide olduğu gibi Erdoğan'ın ak dediğine kara deme alışkanlığı, muhalefetin vazgeçilmez koşulu haline gelmiş gibi görünüyor. #direngezi'den #direnhamile'ye kadar onlarca biçim değiştirmiş isyan versiyonu da sadece hınç ve öfke dolu muhalif özneliğin bir yansımasını oluşturuyor.'
Ancak kişi kültü olarak teşhis edilmekten uzak bir portre çizse de, Erdoğan'ın özellikle geçtiğimiz iki yıl içerisinde, 'fenomenleşme' yolunda hızla ilerlediğini de görmek gerekir. Her ne kadar orta yaş ve üstü seçmen kitlesi, kendisini hâlen simetrik bir özdeşleşmeyle 'Tayyip' diye ansa da, özellikle otuz yaş altı kitlenin tercih ettiği ve 'ustalık dönemi' kavramından mülhem 'Usta' ya da 'Reis' gibi tanımların yaygınlaşması da buna işaret.
Ne var ki Erdoğan'ın fenomenliğinin aslında bir 'gölge fenomen' olarak tanımlanması gerektiği kanaatindeyim. Çünkü Erdoğan'ı toplumsal bir gerçekliğe yol açan öncü olmaktan ziyade, varolan bir toplumsal gerçekliğin kodları üzerinden yükselen bir netice olarak görmek daha doğru olur. Nitekim Ak Parti'nin popülaritesi de halkta varolan kalkınma-hizmet-demokrasi-adalet damarını iyi okuması neticesinde ortaya çıkmıştır.
Sanırım takipçileri de 'Reis olarak Erdoğan'a baktıklarında, kendinden menkul bir lider değil, halihazırda aradıkları özellikleri kendisinde buluşturmuş bir lider görüyorlar.
Peki neden şimdi? Neden özellikle son iki yılda Erdoğan'ın şahsını ön plana çıkaran söylemin dozu artmış durumda? Söyleyelim: Çünkü Erdoğan'ın şahsına yönelik saldırılar artmış durumda. Ve kemik Ak Parti seçmen kitlesine ek olarak milyonlarca kişi bu saldırının demokrasiye ve ülkeye, dolayısıyla Erdoğan'ın şahsında kendilerine yapıldığını hissediyorlar. Bu minvalde Erdoğan'ın fenomenleşmesini hızlandıran etkenlerin başında MİT krizi, Gezi ve 17 Aralık süreçleri gibi siyaseti dizayn çalışmaları geliyor.
Yozdiller yazdıkça, Pensilvanya evlere ateş salınsın diye dua ettikçe, Doğan ve Gülen medyası el ele manipülasyonlara imza attıkça, emniyet-yargı kliği ailesini hapse atmaya kadar operasyonlara başvurdukça, mitinglere katılanlar montaj denilip yok sayıldıkça veya 'hülooğ'larla aşağılandıkça, Batı medyası ve buradaki şubeleri 'Erdoğan'ın sonu geldi/Erdoğan'ın meşruiyeti bitti' yazıları döşendikçe ve bunlara karşın Erdoğan dimdik ayakta kaldıkça milyonların gözünde 'reis'leşiyor.
Siyaset, medya, sermaye ve halk kesimleri muhalefeti Erdoğan'da müşahhaslaştırdıkları ve Erdoğan nefretini âdeta kendilerini birleştiren bir 'maneviyat biçimi' (Leylâ İpekçi'nin deyimiyle) haline getirdikleri için, geniş halk kesimleri de karşı cevabı Erdoğan'ın şahsında ve ona olan sevgiyi bir 'mâneviyât biçimi'ne dönüştürerek veriyorlar.
Galiba Erdoğan da boşuna –Ece Ayhan'dan ödünç alarak- 'Velhasıl onlar vurdu, biz büyüdük kardeşim' demiyor...