Hayırlı olsun diyelim, bu sezon 10 yılı deviriyorsunuz Kurtlar Vadisi ekibi olarak…
Pek birdenbire olmadı aslında. İlk günlerde biraz sessiz ilerledi. O dönem ben başrol olarak tanınan bir yüz değildim. Ama giderek bu bir avantaja dönüştü. Seyircinin kahramanı kendiyle özdeşleştirmesi daha kolay oldu. Bir de dizi çok alışık olduğumuz güçlü sesler tarafından seslendirildi.
Peki, Necati Şaşmaz olarak kendi sesinle konuşmaman dezavantaj olmadı mı?
Amerika'da yedi yıl kaldıktan sonra gelmiştim Türkiye'ye. Hem hızlı konuşurdum hem de Elazığ kökenli olduğum için öyle bir aksanım vardı. Önce diksiyon dersleri aldım. Ama dublajcılar arasında mesleki dayanışma diyebileceğimiz ve çok haklı bulduğum bir durum vardı.
Kısaca, aralarına kolay kolay yeni birini almak istemezler…
Haklılar da, onca yıldır bu işi yapıyorlar… Ayrıca dublajda acemiydim de. Osman (Sınav) bey tanınmamış bir ses arıyordu. Senin de adaşın olan Arda isimli bir arkadaşla anlaştılar. 20 bölüm sonra ben kendimi konuşmak istedim ama o yaz da oyunculuk için çalışmalara ağırlık vermem gerekti. Arkadaşlarım Deli Hikmet'i oynayan Erdem (Ergüney) ve Memati Gürkan (Uygun) ile oyunculuğumu geliştirmek için çalışmalara başladık.
Oyunculuk nasıl çalışılıyor ki?
Erdem aslında oyuncu koçu. Her bölümdeki rolüm için tekrar tekrar çalıştırdı. Duyguları nasıl aktarabileceğim anlattı. Ve en önemlisi senaryo analizi yapmayı çalıştık.
Senaryo analizi ne ola?
Senaryonun alt metni bize bir şeyler anlatır. Senaryonun, her sahnenin, hatta planların bile bir top noktası vardır. Bunları fark edip hikayenin ruhunu ve özünü yakalayabilmek diyebilirim. Bütün bunlara zaman ayırdığım için dublaja zaman ayıramadım. Sonra Umut diye bir arkadaşımız konuşmaya başladı…
Sonra iş böyle gitti artık…
Evet, zaten haddimi aşmak da istemedim. Çünkü Umut, bugüne kadar mükemmel devam etti.
"Kurtlar Vadisi'nin interaktif bir tarafı var"
Ses çok önemli aslında. Mesela Marlon Brando gibi bir oyuncuyu sesinden ayrı düşünebilir misin?
Haklısın ama Kurtlar Vadisi'nde yıllarca alışılmış bir ses olduğu için Umut'un sesini de değiştiremiyoruz artık…
Sağlık olsun… Sen de önümüzdeki maçlara bakarsın.
Aslında Kurtlar Vadisi Filistin'de kendi sesimle konuşmak istemiştim ama…
Filistin deyince… Suriye'yi de kurtaracak mısınız? Kurtlar Vadisi olarak Irak'ı kurtardınız, Filistin'i kurtardınız… Suriye'ye gelecek mi sıra?
Dizide Suriye'den bahsediyoruz zaten. Ayrıca diziye yeni bir ekip katıldı… Her biri ayrı bir ülkeden geliyor, bunların içersinde Suriyeli var, Makedon da, Arnavut da, Azerbaycanlı da var. KGT'ni (Kamu Güvenliği Teşkilatı) yetiştirdiği yeni ekip, o bölgelerden geliyorlar. Polat'ın alt ekibi gibi olacaklar. "Genç Konsey" gibi düşünülen bir grup bu. "Bunların hepsi için ayrı bir film yapalım" dedim arkadaşlara; "Kurtlar Vadisi Suriye", "Kurtlar Vadisi Azerbaycan", "Kurtlar Vadisi Arnavutluk…" (gülüyor)
Yaparsanız şaşmam… Zaten sizde konu bitmez bu Ortadoğu varken…
Gerçekten bu saydığımız ülkelerin gözü kulağı Türkiye'de…
Biliyorum bunun bir formülü yok ama bir dizinin 10 yıldır bir numara olmasını nasıl açıklıyorsun?
Sanırım interaktif bir tarafı var Kurtlar Vadisi'nin. Seyircisiyle özdeşleşmiş artık. İnsanların sadece çok yakın arkadaşları ile paylaşabilecekleri siyasi ya da günlük düşüncelerinin birçoğunu biz orada açık yüreklilikle söyledik. Bu durum, izleyiciye "İşte benim düşüncem, benim sözüm bu" dedirtti…
Yapma Allah aşkına, insanlar bir araya geldikleri zaman derin devleti mi konuşuyor? Belki belli bir kesim…
Normal bir kahveye gidin oturun, "Ben başbakan olsam…" diye başlar konuşmalar…
Orada haklısın. Kendi başbakan olsa bütün meseleyi çözecek, Türkiye'yi kurtaracak sanki…
Aynen, biz o masalarda alçaksesle konuşulan şeyleri yüksek sesle söyledik… Senarist arkadaşlarımız da olayları çok iyi analiz ettiler, alt metinler yazdılar.
Peki Elazığ'daki çocukluğu nasıl geçti Necati'nin? Yine böyle ağır bir abi miydin?
Yok, çok haşarı bir çocuktum… İşin garibi fotoğraf çektirmekten hiç hoşlanmazdım.
Fotoğraf çektirmeyi bile sevmeyen bir çocuğun büyüyünce 10 yıl boyunca kamera karşısında kalması oldukça ironik aslında. Sonra Ankara'ya taşındınız. Amerika'ya gidiş oradan mı oldu?
Evet ama önce Anadolu'daki her kenti tek tek dolaştım.
Okul?
Sıra dışı bir kararla, okumaktansa gezmeyi tercih ettim… Sonra Avrupa'ya çıktım.
Amerika'ya gitmek nereden aklına geldi?
Baktılar ki benden istedikleri adam çıkmıyor, hiç olmazsa git Amerika'ya belki okursun belki çalışırsın diye düşünmüş olmalı ailem. Benim de hoşuma gitti…
Gittim kaldım diyorsun…
Kaldım, hem de yedi yıl… "Babam dizideki Ömer Baba gibidir"
Peki, ailen bunca yıl seni finanse edecek kadar zengin miydi?
Varlıklıydık… Ama şöyle varlıklı; biz hayatımızda yok dememeyi öğrenerek yaşayan bir aileydik. Ama Türkiye'nin 30 ailesinden biri değil yani…
Sıkıştığın zamanlarda hâlâ babana gidermişsin…
Tabii… Bu rol teklif edildiğinde de gittim.
Herhalde rolü kabul ettiğinde hayatının değişeceğini bilmiyordun. Yepyeni bir işe giriyorsun ve babaya soruyorsun. Pederşahi bir aile olduğu için mi?
Biraz öyle… Dizideki Ömer Baba gibidir babam. Atacağım her adımda ona danıştım ve faydasını gördüm. Gençliğimde, asilik günlerimde de çok mantıklı cevaplar aldım. Benim anlayabileceğim şekilde anlatıyordu tabii. Söylediklerini algılar ve hayatıma yansıtırdım. Ama bu karşılıklı bir durum. Yansıttığımı bildiği zaman kişi de size bir şeyler verir.
Peki, bu "artistlik" işine ne dedi?
Bana o zamanlar "artist" deseydin kavga ederdik. Osman (Sınav) bey bana rolü vereceği zaman sormuş çevreme "ne yaparız, ne ederiz" diye… "Oyuncu moyuncu de, ama sakın artist kelimesini kullanma" demişler.
Bütün dünyada gerçek sanatçılara artist denir, biz de böyle anlaşılıyor işte… Baba ne tavsiye etmişti?
"Sevebileceğini düşündüğün bir şeyse yap, yoksa uzak dur" demişti…
Demek ki varmış içinde biraz "artistlik"…
(Gülüyor) Varmış demek ki… Bir de çocukluğumdan beri şöyle bir huyum var; bilinmezi aşmak isterim hep. Amerika'ya giderken bir kelime İngilizce bilmiyordum mesela.
Oraya gelmeden önce şunu sormak istiyorum. Oyunculuğu neden sevebileceğini düşündün?
Açık konuşmak gerekirse şöhret olmak çok güzel bir durum. Bunun hayali mi hoşuna gitti? Hayır…
"Diziden önce de Elazığ'da oldukça tanınan bir insandım"
Bu kötü bir şey değil ki? Pek çok insanın hayali…
Tabii… Öyle söylerim zaten. Bu işe girmemin sebebi şöhret olmaktan çok, bunu başarabilmek, kendimi aşabilmek duygusuydu. İnsan çok küçük bir hatasını da yansıtarak şöhret olabilir.
Ama ben ikoncanların şöhretinden söz etmiyorum… İyi bir oyuncu olduğun zaman şöhretin keyfi de vardır…
İki gün sonra kalkan diziler de var. Böyle bir riskimiz de vardı.
Ne olurdu ki, hayatında hiçbir şey değişmeyecekti… O zaman yapmayacaktın bu işi...
Daha öncesinden tanınmadığımı varsayarsak evet. Ama ben Elazığ'da oldukça tanınan bir insanım…
Kendi çevrende herhalde…
Tabii… Kendi çevremde çok küçük çaplı da olsa bir şöhretim var.
Ne olarak var? Aile içinde mi?
Benimki geniş bir aile. Elazığ'da bilinen bir ailenin oğlu olarak "başaramadı" denmesini istemiyordum. "Acaba burada anlatılacakların bir parçası olabilir miyim?" diye düşündüm. Çünkü kalem kardeşimin elinde. Anlatılanlar benim de doğru olduğuna inandığım şeyler. Bu işin parçası olmaktan mutluluk duyacaktım zaten. Tabii ki demin söylediğin şöhret meselesi de vardır ama bunları göz ardı etmemek lazım.
Peki, Amerika'ya gidince ne yaptın? Çalıştın mı?
Çalıştım, okudum…
Ne okudun?
Turizm… Orada çalışırken gerçekten şok yaşadım. Gençlik yıllarımın serseriliğine, o günlerin alışkanlıklarına veda etmek zorunda kaldım. Sonrasında Miami'de bir otel açmayı düşünürken…
Otel açacak para nereden geldi?
Çalıştıklarımı biriktiriyordum.
Çalışıp kazandıklarını biriktirerek Miami'de otel açılıyor mu? Aileden yardım gelmedi mi yani?
Amerika'dayken ailemden destek almadım… Mortgage diye bir sistem var orada…
Eh, bize de gelmişti…
Öyle, o zaman yoktu bizde. O sistemle 90 yıllık borç alarak yapıyorsun… Zaten söylediğim de beş yıldızlı otel değil. Küçük bir yer düşünmüştüm. Kendi yağı ile kavrulacak bir yer… Bunları
planlayarak Türkiye'ye veda etmeye geldim. Kesin dönüş değil, kesin gidiş yani… Ama dönüş günüm tam 11 Eylül'e rastladı, kesin kalış yapmak zorunda kaldım.
İkiz Kuleler senin Amerika hayallerini de yıktı anlaşılan…
Aynen öyle oldu… Bir daha dönemedim…
AŞK MESELESİ
Bir yerlerde "ben hiç aşık olmam" demişsin… Hayır, öyle bir şey demedim… Bazen röportajlardan yanlış anlaşılıyor ve yanlış yazılıyor. Ben ilahi aşkla dolu olan birinin mecazi aşka meylinin az
olabileceğini söyledim. Zaten tasavvufi bir görüştür. Bunları konuşurken aradan belki bazı cümleler duyulmamış olabilir. O yüzden o sözler benimmiş gibi yazıldı. Orada anlatmak istediğim şuydu;
aşk çok zor bir şeydir, "zehirli sarmaşık" derler "demirden leblebi" derler. Ben sıkıntıları anlattım. "Sevmedim, sevmem de" demedim. O delilik boyutunda olan aşkı yaşamadığımı anlattım.
"BUNDAN SONRAKİNDE HERHALDE 'İHTİYARLAR HEYETİ'NDE OLURUM"
Son olarak şunu sormak istiyorum. Sıkılmadın mı 10 yıl aynı rolü oynamaktan? Eğer oyunculuktan gelmiş olsaydım sıkılabilirdim. Çünkü oyunculuktan yetişmiş kişiler idealist bir bakış açısıyla
değişik roller oynamak ister. Bense "Bizim anlatacaklarımız var, ben bu anlatacaklarımız içinde bir oyuncu maşasıyım" diye baktım olaya.
Sıkılmadım derken 10 yıldır hayatım ile işimin neredeyse
iç içe girmiş olmasından bunaldığım zamanlar oldu. Ben bunu Polat'ın içindeki kendi dönüşümleriyle yaşatmaya çalışarak kendimi avuttum.
Ve 10 yılı böylece doldurdum diyorsun. Doldurduk, şimdi arkadaşlar "nice 10 yıla" diyorlar ama herhalde bundan sonrakinde ben "İhtiyarlar Heyeti"nde olurum.
ARDA USKAN